2 Nisan 2017 Pazar

Görme Biçimleri ~ 01 Mart 2017

Kitap kulübümüz dev gibi bir kadrodan oluşuyor, o kadar birbirimize iyi geliyoruz ki, ayda bir toplanmak yetmeyince, araya Atölyeler sıkıştırmaya karar vermiştik. Atölyeler de amaç kadınsal gelişim üzerine odaklanmaktı. Kurtlarla Koşan Kadınlar ile başladı yolculuk, her ay bir masal dinledik Sıla’dan, masalı tartıştık, kendi eril ve dişi yolculuklarımızda keşfe çıktık. Film izledik, dergi tartıştık, Nobel ödüllü yazarları konuştuk, ama en sonunda uzun bir yol olacak Ursula kitaplarında karar kıldık. Ursula K. L. Guin, bizi “Yerdeniz” serisi ile büyülü bir yolcuğa çıkardı. Her kitabında yeni dünyalar keşfettik, önce Ursula’nın hayalindeki dünyayı sonra içimizdeki dünyayı. En son Ursula kitabımız “Bağışlanmanın Dört Yolu”’nda biz Ursula’yı anlayamıyor muyuz, diyerek bakış açımıza yeni bir yöne verecek bir kitap önerildi, Görme Biçimleri.
Görme Biçimleri, John Berger tarafından yazılan kitap aslında BBC televizyonu için hazırlanmış bir dizi belgeselin kitaplaştırılmasıdır. 1972 yılında yayınlanan kitapta insanların ne gördükleri ve resimlerin bize ne gösterdikleri üzerine odaklanmıştır. Her bölümde farklı bir konu üzerinden resimler ve resimler ile anlatılmak istenenler irdelenmiş. İlk bölümde resmin tarihsel yolculuğuna değinilmiştir. O yıllarda kamera ve fotoğraf makinası ile resimdeki değişimin hayatımıza kattıkları ya da katmadıkları üzerine de yorumlanmıştır.

Görsellik ve kadınlar: Tabii ki bu konunun bu kitapta yer almaması imkansızdı. Avrupa Ortaçağ resimlerinden başlayarak 1970’li yılların kadın üzerinden vermeye çalıştıkları ne yazık ki günümüze kadar hiç değişmemiş. Görülen kadın, ister resimde bir başka erkeğin sevgilisi olsun, isterseniz ibadet yapan bir kadın olsun, gözlerinin hep resimden dışarıya resmi izleyene bakması en güzel tespitlerden biriydi. Kadının, mutlaka erkek tarafından arzu edilir bir nesne olarak var olması sanırım günümüzde de hala değişemeyen kural oldu. Erkeğin ise o kadına olan tek bakış açısı sahiplenme, bir eşya ya da bir nesne gibi, “o da benim ve beni istiyor”. Bölümdeki ilginç noktalardan biri de, senato ya da önemli kurul odalarında yer alan büyük yağlı boyalar üstüneydi. Bir kişi bu toplantılarda kaybeden olsa bile, o yağlı boyalardaki kadın figürleri sayesinde kendisini aşağılık görmeyerek, hala istenilen ve arzu edilen erkek hissini vermesi üzerine orada olması harika tespit!…

Resim ve nesneler: İnsanların yağlı boya resimlerde aslında sahip oldukları nesneleri, yani zenginliklerini sergilemektedirler. Aynı zamanda sömürülen ve sömürenlere ait resimlerde de bir nevi sahiplenme vardır. Köle ve sahip imgeleri oldukça net verilmiştir.
Görme biçimlerinin en etkin olduğu nokta ise reklamlardır. Reklamlar da hep bizlere daha iyi, daha mutlu, daha güzel, daha zengin görünme üzerine odaklanılmaktadır. Reklamdaki şeye sahip olursanız çok daha iyi bir insan olacaksınız. Tüketim fikri sanırım bu kadar güzel empoze edilemezdi.

Kadınlar üzerine yazılmış bölüm sanırım günümüz selfieleri ve sosyal medya çekimleri için tekrar yazılabilir. Hatta her bölüm sosyal medya için mutlaka tekrar yazılmalı.

Kitaptan anladığımız şu oldu aslında, istediğimiz kadar geliştiğimizi söyleyelim, değişen bir şey yok. Amaçlar aynı, verilmek istenenler aynı, ne kadın açısından, ne nesneler açısından ne reklamlar açısından değişen bir şey olmaması aslında. Yıllarca bize verilen kodlar genlerimize işlemiş sanırım. Kitabın her yeri çizik çizik. Çok fazla altını çizdiğimiz yer var o nedenle size tek bir alıntı verelim. Kitabın giriş cümlesi:

 “Görme konuşmadan çok önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.”



Galiz Kahraman ~ 15 Mart 2017

Kitap seçimlerimiz çok eğlencelidir. Grubumuzun dobra kadını Banu ve “insan değişir” sözüyle psikologların kraliçesi Deniz’in emek emek hazırladıkları uzun bir listemiz bulunmakta. O ay için üç sayı olmak üzere yazarlar belirlenir, oylanır ve en son da kitabı belirlenir. İhsan Oktay Anar’sız kitap kulübü olmaz elbette. Ben de ne zamandır bekliyorum, elimde “Puslu Kıtalar Atlası”, nasıl olsa kulüpte okuyacağız diye. Nihayet İhsan Oktay Anar çıktı amma velakin kitap tutmadı. Seçilen kitabımız “Galiz Kahraman” oldu.
İhsan Oktay Anar’ın kendine has anlatım tarzı, kitaplarındaki çok fazla karaktere yer vermesi gibi özellikler bu kitapta da mevcut. Anar’ın romanlarında -kulüpteki arkadaşlarımızın okudukları kadarıyla desek daha mı doğru olur- kurguları geçmiş zamanda bir yer olmaktadır. Aslında Puslu Kıtalar Atlası’nda her ne kadar eski zamanlar ifade edilse de bazı bölümlerde zamansızlık da ortaya çıkmıştır. Neyse kitabımıza dönelim.
Galiz Kahraman, İdris Amil Efendi Hazretleri, hepimizin her gün gördüğü insanlardan biri aslında. Ama ne insan… Bir baltaya sap olamamış, olmak için herhangi bir çaba göstermemiş, her şeyi, her olayı kendisi için kullanmayı hedeflemiş bir insan. Hayat amacı belli, kadınların tapınacağı erkek olmak ve çalışmadan çok zengin olmak. Aslında muhteşem bir şekilde çalışıyor kafası, ama yorduğu şeyler ne yazık ki hep birilerini zor durumda bırakmak hedefinde. Yazarlıktan başlayıp şairliğe geçmek, olmayınca neylesin Efendi hazretleri, kabadayılıkta çok makbul benden de alası olur diyerek kabadayılığı deneyen, olmayınca hırsız da olsam olur diyen, sevdiği kadının babası inşaat yapsın diye tarihi bir hamamı yakan muhterem bir insandır kahramanımız.
İdris Amil’in tam zıttı karakterimiz de mevcut kitabımızda, Efgan Bakara. İnsani kimliği nedeniyle dalga geçilen, kandırılan ve ezilmeye mankum bir karakterimiz. Doğru insanın timsali ama ne olursa olsun Kaybedenler Kulübü’ne abone gibidir. İstediği kitabı çıkarmış olsa da Amil Efendi yüzünden başına gelmeyen kalmayan Efgan bazılarımız tarafından kazanan o oldu dendi. Mutlu son gibi ama bence pek de kazanamadı. Belki de Efgan’ın zaten umurunda değil kazanmak, o sadece olduğu kişi oldu.
Kitapta birbirini izleyen, kara mizah diyebileceğimiz olaylar zinciri sizi sürekli tetikte tutuyor. Bu zincirler ile günümüz siyasetine ve politikacılarına çok net göndermeler yapılmış. Kitaplarında görülen o imkansız olaylar burda da var. Cadı tarafından hazırlanan kıyma mükemmeldi. Anar’ın kitaplarındaki kurgularda bir çok farklı din ve kesinlikle İslamiyet hakkında fazlaca bilgi sahibi olduğunu anlamamak mümkün değil. Belki de bunu emekli olduğu Ege Üniversite’si Felsefe Bölümü’ne borçludur.
İhsan Oktay Anar, İzmirli bir yazar. Kitapları her ne kadar İstanbul’da geçse de hayatından sadece üç kez İstanbul’a gitmiş. İnanın kitaplarında size İstanbul’u öyle anlatır ki İstanbul sokaklarını anlatımla adımlarsınız. Aynı zamanda resim de yapıyor. Kitabın kapak resmi kendisine ait.
Sevdik biz Galiz Kahraman’ı. Bazen bir kitabı okurken kitabı anlayamamaktan, beğenmediğimizden dem vururuz kulüp toplantısı öncesinde, sonra konuştukça, anlatıldıkça, paylaştıkça değişir fikrimiz. Pınar’ın fikrini değiştiremedik ama ;).

İdris Amil’in o meşhur narası ile bitirelim yazımızı:
“Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!”



14 Mart 2017 Salı

Tante Rosa ~ 15 Şubat 2017

Şubat ayında yeniden bir Türk kadın yazarımız ile birlikteydik. Sevgi Soysal, sıra dışı olarak tanımlanan hayatı, tercihleri ve kısacık ömrüne sığdırdığı güçlü duruşu ve cesaret dolu yazarlığı ile ilgiyi hak eden bir yazar. Tezer Özlü’ye benzettiğimiz yanları özellikle dikkat çekiciydi, sadece biz değil, birçok eleştirmen ikisini karşılaştırmaktan kendilerini alıkoyamamışlar. Yaşamları mı birbirine benziyordu yoksa erken yaşta gelen ölümleri mi bilinmez ama Sevgi Soysal büyük bir yaşam sevinci ile umutla yazarken, Tezer Özlü’de ise depresif ve karamsar bir anlatım onları ayıran en belirgin özellik olmalı. Sonuca baktığımızda ise her ikisi de acılarını bizlere aktarmakta gayet başarılıydı.

Tante Rosa, Sevgi Soysal’ın özellikle gazetede yayımlanmak üzere yazdığı hikayelerin bir araya getirilmesi ile ortaya çıkan bir eser. Hikayelerinin kahramanı olan Tante Rosa, biraz teyzesinin hayatından biraz anneannesinin hayatından alıntılar ile kurgulanmıştır. Kadınların hayatta sahip olmaları gereken bir duruş betimlemesidir. Tante Rosa, yazıldığı dönemde o bilinen Anadolu edebiyatından ayrılmış ve Batı’ya hayranlığın hissedildiği bir kitap olarak eleştirilmiş. Sevgi Soysal’ın Batılı bir hayatı anlatıyor olması neden eleştiri nedeni olmuş anlayamadık, ne de olsa annesi ve annesinin ailesi Alman’dır. Kitabı okuduğunuzda, erkek egemenliğini yerle eden bir Tante Rosa ile tanışmış olacaksınız.

Sevgi Soysal’ın muzip bir yazı dili ve ironiler ile ördüğü bu öykülerin yazıldığı 1950’de bu dili ve tarzı kullanabilmesi de kendisinin güçlülüğünü ortaya koyuyor. Tante Rosa’da üzerinde uzunca konuştuğumuz öykülerden biri de üç çocuğunu bırakıp gittiği hikayeydi. Zor mudur bir kadının, anne olarak çocuklarını bırakıp gitmesi? Bence zordu. Zor olmasının nedeni bize verilen öğretiler, gelenekler mi yoksa bizim seçimlerimiz midir? Üzerinde uzunca bir süre konuştuk. Ayfer Tunç’un Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi adlı kitabını okuyanlar hatırlayacaklar mıdır bilinmez, bir deli çocuk vardır, onun Sevgi Soysal’ın oğlundan esinlendiği iddia edilirmiş.

Her seçimin bir vazgeçiş olması, kolay olup olmadığı düşünülmeden sadece istediği için seçim yapması ve sonucu ne olursa olsun hayatı sevmek, sevebilmek her öyküde size aktarılıyor. Düşmeyi, düşmenin güzelliğinin kalkabilmek olduğunu yüreğinizde hissedeceksiniz. Sevgi Soysal’ın kullandığı Papağan imgesi ise, bizce, hayatının rengârenk, canlı yönünün bir simgesi. Tante Rosa’nın o papağanı almak için gayreti sizde de umutlu bir gülümseme hissi bırakacaktır.

Peki ya girişimcilik ruhuna ne demeli? Yaşamak için gerekli olan maddi olanakları sağlamak için azmi, birçok hikayede karşımıza çıkıyordu. Kocasını gömdüğü mezarlıkta bile düşünmeyi muhakeme yapmayı durduramıyordu. Yaratıcı yönü kesinlikle takdir edilmelidir. Bu arada Tante Rosa’nın kendine “I Love you, Tante Rosa!” diyecek güçte olması da alkışlanmalıdır.


Tante Rosa, içinde hep bir çocuk yaşatıyor. Bilinen Prens-Prenses kavramlarının boşluğunu erkenden fark ediyor ve bu farkındalık onun seçimlerini yönlendiriyor. Tante Rosa’da aslında bir kadın farkındalığının –ki bu sizin gözünüze gözünüze sokulmadan, naif bir şekilde yapılıyor – ötesinde bir insani yön barındırıyor. Sol memesi belki kalbini simgeliyor, onunla kırık camı kapaması dışarıdaki hayata ve insanlara olan sevgisinin sembolü olabilir.

Tante Rosa’da hayatın ta kendisini bulacaksınız, abartılardan uzak, sakin, duru ve net. Tante Rosa için belki de söylenecek en güzel söz:

“Kimseden bir şey öğrenmemiş, kimseye bir şey öğretememiştir…”



Tante Rosa’dan Altını Çizdiklerimiz:

Sayfa 27: Evin kişiden ayrı, yıkılabilir bir nen olduğunu, olması gerektiğini o gün anladı.

Sayfa 30: Kocasıyla istemeden yatmaya başladığı zaman “namusu kirlenmiş” bir kadın olmanın ve bu yatmalardan sonra doğurdukça piç kurusu doğurmanın ne olduğunu anladı, hiçbir şeyin Sizlerle Başbaşa dergisindeki aşk romanlarında yazılanlara benzemediğini o kadar iyi, o kadar elle tutulur gibi anladı ki.

Sayfa 35: Şimdi beklenen bir intihardır, bir uçurumdur, bir düşüştür. Şimdi beklenen bir kocakarının günah dolu bir hayatın sonunda sefilce can vermesidir. Yoksa şimdi beklenen günah çıkaramadan geberen bir günahkârın şen hayatı mıdır? Şimdi beklenen bir başarı, bir mutluluk mudur?
….
Bir pazar günü barışsever bir Katolik köyünde, Tante Rosa aforoz edilmişse bu nedir, beklenen son nedir?

Sayfa 46:  Bir şey başlamadan biterse. Tekrar tekrar çirkinlikleri yaşamaktır ihtiyarlık. Bir insan erken gelen yaşlılıklarından sorumludur

Sayfa 47: Bir elmanın bir meyve olduğu, bir babanın baba, bir savaşın savaş olduğu, bir gerçeğin gerçek olduğu, bir yalanın yalan olduğu, bir aşkın aşk olduğu, bir bıkmanın bıkma olduğu, bir başkaldırmanın başkaldırma olduğu, bir sessizliğin bir sessizlik olduğu, bir haksızlığın bir haksızlık olduğu, bir düzenin bir düzen ve bir evliliğin bir evlilik olduğu, olacağı günler gelecekti, inanıyordu. Tante Rosa.

Sayfa 62: Bir adamın paltosu için para almakla b... için para almak arasında ne... fark var? Bu da bütün insanca işler kadar pis.

Sayfa 65: Yalnız olmak, işsiz olmak, aşksız olmak, en kötüsü ölü bir noktada olmak durumu üzerinde pek düşünenlerden değildi o, durumunu değiştirmeyi bilemeyenlerdendi.

Sayfa 66: Boğulmak herkesin üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Herkesin sadece bir kez boğulma hakkı vardır. Ya ben; boğul babam boğul, sonra yine de yaşamakta devam eder bul kendini.

Sayfa 66: Tek aptallıklardır akılda kalan. Her insanın kendi aptallıkları, durmadan gülebilmesi için yeterli bir kaynaktır.

Sayfa 69: Her şey özlenebilir. Her şey tutku konusu olabilir. Her şey aynı ölçüde kutsal ve aynı ölçüde aşağılık olabilir. Tutkular çevreye göre değişen şeylerdir. Evli kadınlar toplantısında, en temiz pak aile kadını olmaya özenen aynı kadın, orospuların yanında en orospu olmayı niçin istemesin? Önemli otan istektir, hiçbir istek diğerinden soylu değildir, değildir, böyle düşünmüş olabilir Rosa gizliden.

Sayfa 71: Şu ya da bu çemberin içine girmemiş, girememiş bir bireyin gebermekten başka hakkı olmadığını anladı. Gitarını aldı eline. Adam bana kasanın yanında bir şey söylemek için gelmişti. Ne söylemek için? “Tante Rosa, Tante Rosa, I Love You” demek için mi, belki?

Sayfa 73: Evlilik birlikte edinilmiş eşyalardı ve kesin mal ayrılığı olmadıkça tam anlamıyla bitmiyordu.

Sayfa 82: Bir duyguyu tek başına yaşamak, acı çekmek tek başına, bundan sadece genç âşıklar hoşlanır. Onlar bile bunu şiire döküp acınmak, ‘aman nasıl da sevmiş’ dedirtmek isterler.


Sayfa 88: Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır.