Sineklerin Tanrısı ~ 16 Mart 2016
“Sineklerin Tanrısı”, II. Dünya
Savaşı’na katılan William Goldwing’in öngördüğü III. Dünya Savaşı sırasında
atom bombasından kaçarken, 6 ile 12 yaş arasındaki erkek çocuklarını taşıyan bir
uçağın ıssız bir adaya düşmesi ile başlamaktadır. Bu ada R.M. Ballantyne
tarafından yazılan Mercan Adası’na benzemektedir. Hatta yazar bu eserdeki iki
ana karakter olan Ralph ve Jack’in isimlerini de “Sineklerin Tanrısı”’nın baş
kahramanlarına vermiştir. Ancak, Sineklerin Tanrısı’nda Mercan Adası’ndaki
iyimserlik ve gençlerin öğrendikleri uygarlığı devam ettirmeleri söz konusu
olamamaktadır. Çocuklar, cennet gibi gördükleri ve çok eğleneceklerini
düşündükleri bu adayı cehenneme çevirmeye başarmışlardır.
Kitabımıza yüzeysel olarak ilk
baktığımızda iyi ile kötünün iktidar savaşı görülmektedir. Alegorik edebiyatın
iyi bir uygulamasını gördüğümüz Sineklerin Tanrısı’nda semboller ve metaforlar
o kadar net ortaya konmuş ki, kulüpteki biz okuyucuların bunları çözümlemek
için çok da akıl yürütmemize ya da bir gizemi çözmemize gerek kalmamıştır.
Domuzcuk, adalet ve doğruluğu temsil etmektedir. Jack, başlangıçta her insanın
içinde var olan iyilik ve kötülüğü barındırırken iktidar olma, yönetme ve güce
sahip olma içgüdüleri ile kötülük tarafına geçmiştir. Aynı şekilde içinde hem
iyiliği hem de kötülüğü barındıran Ralph ise iyilik tarafında kalmayı
başarmıştır. Simon’ın hiçbir şeyden korkmayarak, akılcı yaklaşımlar ve saf
iyiliği ile kitap boyunca susması, konuşmak istediğinde kimsenin onu
dinlememesi, en zor anda bile doğruyu ortaya çıkarmak için canı pahasına çabası
dikkat çekicidir. Kitapta ikizlerin üzerinde de durulmuştur. Kitap kulübü
olarak bizler ikizlerin dengeyi sembole ettiğini düşündük. Kitapta saf kötülük
Roger ile özdeşleştirilmiştir. Roger’ın içindeki kötülüğü hemen ortaya
çıkarmaması, önceleri ufak denemeleri sonucunda ilk fırsatını bulduğunda
içindeki caniyi ortaya çıkarması kaçınılmaz olmuştur. Ayrıca kitapta Hitler
dönemine eleştiri olarak gücün sembolü olan mızrağın kaldırılması, yönetimin
simgesi olan şeytanminaresi ve bir orduyu sembolize etmek üzere de aynı
kıyafetleri giyen bir kilise korosuna yer verilmektedir. Kilise korosu ve Jack’in bu koronun lideri
olması, adadaki canavara adak sunmaları ile dine de gönderme yapmaktadır.
Buraya kadar belirttiklerimiz
Sineklerin Tanrısı ile ilgili yazıları okuduğunuzda mutlaka benzerlerini ya da
aynılarını bulacağınız noktalardır. Peki kulüp olarak bizler ayrıca neler
söyledik?
Ada, koşullar, kumsal, dağ, orman
o kadar güzel tasvir edilmişti ki, bir film izler gibi hepsi gözümüzde
canlanabilmişti. Yazarın ilginç benzetmeleri de vardı, örneğin su gibi akan
karanlık…
Kitapta kurgu noktasında
gece-gündüz karmaşası bulunmaktaydı, bu da akıcılığı bozan bir unsurdu. Ayrıca,
burnunun ucunu göremeyen Domuzcuk’un miyop gözlüğü ateşi yakamazdı, ateşi yakan
cam hipermetrop gözlüğüne aittir (Bahar’dan hayatta kaçmaz J).
Çocukların adaya düşmeleri ile kitap
başlamaktaydı. Her ne kadar kitap boyunca baş kahramanlarımızın aile
yaşantılarına ilişkin bilgiler verilse de bu çocuklar kimlerdi? Nereden
gelmişlerdi? Nasıl seçilmişlerdi? Bizler için buralarda büyük boşluklar vardı.
Gerçi yayınevi kitabı basımdan önce bölmüş, kitabın ilk bölümleri atılmış
(araştırır, öğreniriz efendim); belki de bu soruların cevapları bu bölümlerdeydi.
Ayrıca kitapta hiçbir kadına yer
verilmemişti, cinsiyet farklılığı yoktu. Yazara bir röportajında bu
sorulduğunda, kadınların daha üstün oldukları, onların oldukları yerde bu
şekilde çirkinliklerin olmayacağını belirttiğini de öğrendik. Tabii bu nokta
bizler tarafından bol kahkaha ile biraz eşelendiğimiz bir nokta oldu. Ya biz
birbirimizi öldürmez, trip atardık, yok canım ne bekleyeceğiz birkaç hafta, ilk
gün belirlerdik kim gerekli kim gereksiz, gereksizleri hemen ortadan
kaldırırdık gibi farklı fikirleri de ortaya atmadık değil. Yoksa biz de mi bu
kadar cani olabilirdik, hayat söz konusu olduğunda?
Yazarın 6-12 yaş çocukları
seçmesinin sebebi olarak da, kişinin tüm öğretilerinin 0-6 yaş arasında olduğu
bilgisine eriştik (Tabii ki kulübümüzde psikoloğumuz da var, Deniz J). Ayrıca kişi
sınırlarını aştıktan sonra aklın bunu normalleştirdiğini kitapta farklı
örnekler ile bol bol gördük.
İnsanın içinde varoluşsal olarak
iyilik ve kötülük barınmaktadır. Tercihlerimiz bizleri iyi ya da kötü
yapmaktadır. Kitabımızda da çocuklar Jack’ten yana seçimlerini kullanırlarken
gerçekten kötü olmaları değil güçsüz olmaları etken olmamış mıdır? Uygar bir
toplum olmak yerine kabile olmayı seçmemişler midir? Hatta yapacaklarını daha
da rahat yapabilmek için yüzlerine boya sürerek, inançlarından ve bildikleri
doğrulardan kaçmaya çalışmamışlar mıdır?
Kitabın tamamını anlatmamız
elbette uygun olmaz, sonunu söylemek ise asla. Sineklerin Tanrısı için
söylenebilecek son şeyler şunlar olabilir. Geçmişte var olan iktidar savaşları,
doğruluk ve adalete kulak asmayarak, aklı öldürmeye çalışıp, kişiler üzerinde
egolarını tatmin etme savaşları ne yazık ki günümüzde de devam etmektedir. Topluma
iyilik veya kötülüğün diğerleri nasıl etki altına aldığı bu kitapta çok iyi
ortaya konmuştur. (Biz de bunun etkilerini 10 dakikalık oyun ile kendi içimizde
yaşadık!). Bu örneği çocuk diyeceğimiz bireylerin bulunduğu bir ortamda bile
görebilmek ise insanın kendi kötülükleri hatta ve hatta şeytanı ile birlikte
yaşadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.
Tavsiyemiz peki ne mi? İyi ki
okumuşuz, sizler de okuyun efendim…
Sineklerin Tanrısı’nda Altını Çizdiklerimiz:
Sayfa 56. “Toplantılar! Amma da
bayılırız toplantılara! Tanrının günü toplantı olsun. Günde iki kez toplantı
olsun. Konuşup duralım…” Dönüp dirseğine yaslandı: “Bahse girerim ki, şimdi
denizkabuğunu öttürsem, koşa koşa gelirler hemen. Hepimiz ağır başlı haller
takılırız. Biri kalkıp der ki, bir jet uçağı yapalım, ya da bir denizaltı, ya
da bir TV alıcısı. Toplantı bittikten sonra, beş dakika çalışırlar; sonra gene
basıp giderler ya da ava çıkarlar.”
Sayfa 89. Düşündüklerini dile
getirecek sözcüklerden yoksun olduğu için, belli belirsiz kalan, bir yığın
karmakarışık düşüncelere daldı.
Sayfa 91. Eğer bir yüz üstten ya
da alttan ışık aldığına göre değişiyorsa, neydi bir insan yüzü? Her şey neydi?
Sayfa 109. “Eğer ben
denizkabuğunu öttürür, onlar da gelmezse, o zaman işimiz tamam. Ateşi
koruyamayız. Hayvanlara döneriz; hiçbir zaman kurtulamayız. ”
“Eğer öttürmezsen, nasıl olsa
hayvanlara döneceğiz pek yakında. Ne yaptıklarını görmüyorum ama işitiyorum
onları.”
Sayfa 111. Birinden korkunca
ondan nefret edersiniz ama boyuna da düşünüp durursunuz onu. Kendi kendinizi
aldatırsınız; aslında kötü değildir dersiniz. Ama onu görünce, tıpkı nefes
darlığına tutulmuş gibi olursunuz, soluk alamazsınız.
Sayfa 111. Domuzcuk, “Büyükler
bilirler” dedi. “Karanlıktan korkmazlar. Bir araya gelirler, çay içerler,
tartışırlar. O zaman işler yoluna girer...”
Sayfa 168. Gerçek bilinen şeyleri
anlatılması olanaksız bir hayale dönüşmüştü.
Sayfa 170. İşleri yoluna koyup
devam etmek zorundayız. İşte bu kadar. Büyükler öyle yapardı.
Sayfa 193. Bilinenin ama
söylenemeyenlerin ağırlığı çökmüştü havaya.
Sayfa 195. Sorumsuz bir gücün
yapabileceği çeşitli şeyleri kavramaya çalıştı.
Sayfa 258. Çocukların
karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan Sineklerin Tanrısı, çocuklar arasında
ancak Simon’un gerçeği bildiğinin farkındadır; çünkü ancak Simon canavarın
çocukların içinde olduğunu, bundan ötürü de hiçbir zaman öldürülemeyeceğini
anlamıştır. Sineklerin Tanrısı kahkahalar atarak, “Sen biliyordun değil mi?
Sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun? (...) Her şeyin bozulmasının
nedeniyim ben. Bunu biliyorsun, değil mi?” der. Sonra da Simon’u uyarır: “Seni
istemiyorlar...”
Ve kulüpteki arkadaşlarımızın Sineklerin Tanrısı için Bloglarında Paylaştıkları:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum: