28 Mart 2016 Pazartesi

Sineklerin Tanrısı ~ 16 Mart 2016

Sineklerin Tanrısı ~ 16 Mart 2016


“Sineklerin Tanrısı”, II. Dünya Savaşı’na katılan William Goldwing’in öngördüğü III. Dünya Savaşı sırasında atom bombasından kaçarken, 6 ile 12 yaş arasındaki erkek çocuklarını taşıyan bir uçağın ıssız bir adaya düşmesi ile başlamaktadır. Bu ada R.M. Ballantyne tarafından yazılan Mercan Adası’na benzemektedir. Hatta yazar bu eserdeki iki ana karakter olan Ralph ve Jack’in isimlerini de “Sineklerin Tanrısı”’nın baş kahramanlarına vermiştir. Ancak, Sineklerin Tanrısı’nda Mercan Adası’ndaki iyimserlik ve gençlerin öğrendikleri uygarlığı devam ettirmeleri söz konusu olamamaktadır. Çocuklar, cennet gibi gördükleri ve çok eğleneceklerini düşündükleri bu adayı cehenneme çevirmeye başarmışlardır.

Kitabımıza yüzeysel olarak ilk baktığımızda iyi ile kötünün iktidar savaşı görülmektedir. Alegorik edebiyatın iyi bir uygulamasını gördüğümüz Sineklerin Tanrısı’nda semboller ve metaforlar o kadar net ortaya konmuş ki, kulüpteki biz okuyucuların bunları çözümlemek için çok da akıl yürütmemize ya da bir gizemi çözmemize gerek kalmamıştır. Domuzcuk, adalet ve doğruluğu temsil etmektedir. Jack, başlangıçta her insanın içinde var olan iyilik ve kötülüğü barındırırken iktidar olma, yönetme ve güce sahip olma içgüdüleri ile kötülük tarafına geçmiştir. Aynı şekilde içinde hem iyiliği hem de kötülüğü barındıran Ralph ise iyilik tarafında kalmayı başarmıştır. Simon’ın hiçbir şeyden korkmayarak, akılcı yaklaşımlar ve saf iyiliği ile kitap boyunca susması, konuşmak istediğinde kimsenin onu dinlememesi, en zor anda bile doğruyu ortaya çıkarmak için canı pahasına çabası dikkat çekicidir. Kitapta ikizlerin üzerinde de durulmuştur. Kitap kulübü olarak bizler ikizlerin dengeyi sembole ettiğini düşündük. Kitapta saf kötülük Roger ile özdeşleştirilmiştir. Roger’ın içindeki kötülüğü hemen ortaya çıkarmaması, önceleri ufak denemeleri sonucunda ilk fırsatını bulduğunda içindeki caniyi ortaya çıkarması kaçınılmaz olmuştur. Ayrıca kitapta Hitler dönemine eleştiri olarak gücün sembolü olan mızrağın kaldırılması, yönetimin simgesi olan şeytanminaresi ve bir orduyu sembolize etmek üzere de aynı kıyafetleri giyen bir kilise korosuna yer verilmektedir.  Kilise korosu ve Jack’in bu koronun lideri olması, adadaki canavara adak sunmaları ile dine de gönderme yapmaktadır.

Buraya kadar belirttiklerimiz Sineklerin Tanrısı ile ilgili yazıları okuduğunuzda mutlaka benzerlerini ya da aynılarını bulacağınız noktalardır. Peki kulüp olarak bizler ayrıca neler söyledik?

Ada, koşullar, kumsal, dağ, orman o kadar güzel tasvir edilmişti ki, bir film izler gibi hepsi gözümüzde canlanabilmişti. Yazarın ilginç benzetmeleri de vardı, örneğin su gibi akan karanlık…

Kitapta kurgu noktasında gece-gündüz karmaşası bulunmaktaydı, bu da akıcılığı bozan bir unsurdu. Ayrıca, burnunun ucunu göremeyen Domuzcuk’un miyop gözlüğü ateşi yakamazdı, ateşi yakan cam hipermetrop gözlüğüne aittir (Bahar’dan hayatta kaçmaz J).

Çocukların adaya düşmeleri ile kitap başlamaktaydı. Her ne kadar kitap boyunca baş kahramanlarımızın aile yaşantılarına ilişkin bilgiler verilse de bu çocuklar kimlerdi? Nereden gelmişlerdi? Nasıl seçilmişlerdi? Bizler için buralarda büyük boşluklar vardı. Gerçi yayınevi kitabı basımdan önce bölmüş, kitabın ilk bölümleri atılmış (araştırır, öğreniriz efendim); belki de bu soruların cevapları bu bölümlerdeydi.

Ayrıca kitapta hiçbir kadına yer verilmemişti, cinsiyet farklılığı yoktu. Yazara bir röportajında bu sorulduğunda, kadınların daha üstün oldukları, onların oldukları yerde bu şekilde çirkinliklerin olmayacağını belirttiğini de öğrendik. Tabii bu nokta bizler tarafından bol kahkaha ile biraz eşelendiğimiz bir nokta oldu. Ya biz birbirimizi öldürmez, trip atardık, yok canım ne bekleyeceğiz birkaç hafta, ilk gün belirlerdik kim gerekli kim gereksiz, gereksizleri hemen ortadan kaldırırdık gibi farklı fikirleri de ortaya atmadık değil. Yoksa biz de mi bu kadar cani olabilirdik, hayat söz konusu olduğunda?

Yazarın 6-12 yaş çocukları seçmesinin sebebi olarak da, kişinin tüm öğretilerinin 0-6 yaş arasında olduğu bilgisine eriştik (Tabii ki kulübümüzde psikoloğumuz da var, Deniz J). Ayrıca kişi sınırlarını aştıktan sonra aklın bunu normalleştirdiğini kitapta farklı örnekler ile bol bol gördük.

İnsanın içinde varoluşsal olarak iyilik ve kötülük barınmaktadır. Tercihlerimiz bizleri iyi ya da kötü yapmaktadır. Kitabımızda da çocuklar Jack’ten yana seçimlerini kullanırlarken gerçekten kötü olmaları değil güçsüz olmaları etken olmamış mıdır? Uygar bir toplum olmak yerine kabile olmayı seçmemişler midir? Hatta yapacaklarını daha da rahat yapabilmek için yüzlerine boya sürerek, inançlarından ve bildikleri doğrulardan kaçmaya çalışmamışlar mıdır?

Kitabın tamamını anlatmamız elbette uygun olmaz, sonunu söylemek ise asla. Sineklerin Tanrısı için söylenebilecek son şeyler şunlar olabilir. Geçmişte var olan iktidar savaşları, doğruluk ve adalete kulak asmayarak, aklı öldürmeye çalışıp, kişiler üzerinde egolarını tatmin etme savaşları ne yazık ki günümüzde de devam etmektedir. Topluma iyilik veya kötülüğün diğerleri nasıl etki altına aldığı bu kitapta çok iyi ortaya konmuştur. (Biz de bunun etkilerini 10 dakikalık oyun ile kendi içimizde yaşadık!). Bu örneği çocuk diyeceğimiz bireylerin bulunduğu bir ortamda bile görebilmek ise insanın kendi kötülükleri hatta ve hatta şeytanı ile birlikte yaşadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Tavsiyemiz peki ne mi? İyi ki okumuşuz, sizler de okuyun efendim…


 Sineklerin Tanrısı’nda Altını Çizdiklerimiz:

Sayfa 56. “Toplantılar! Amma da bayılırız toplantılara! Tanrının günü toplantı olsun. Günde iki kez toplantı olsun. Konuşup duralım…” Dönüp dirseğine yaslandı: “Bahse girerim ki, şimdi denizkabuğunu öttürsem, koşa koşa gelirler hemen. Hepimiz ağır başlı haller takılırız. Biri kalkıp der ki, bir jet uçağı yapalım, ya da bir denizaltı, ya da bir TV alıcısı. Toplantı bittikten sonra, beş dakika çalışırlar; sonra gene basıp giderler ya da ava çıkarlar.”

Sayfa 89. Düşündüklerini dile getirecek sözcüklerden yoksun olduğu için, belli belirsiz kalan, bir yığın karmakarışık düşüncelere daldı.

Sayfa 91. Eğer bir yüz üstten ya da alttan ışık aldığına göre değişiyorsa, neydi bir insan yüzü? Her şey neydi?

Sayfa 109. “Eğer ben denizkabuğunu öttürür, onlar da gelmezse, o zaman işimiz tamam. Ateşi koruyamayız. Hayvanlara döneriz; hiçbir zaman kurtulamayız. ”
“Eğer öttürmezsen, nasıl olsa hayvanlara döneceğiz pek yakında. Ne yaptıklarını görmüyorum ama işitiyorum onları.”

Sayfa 111. Birinden korkunca ondan nefret edersiniz ama boyuna da düşünüp durursunuz onu. Kendi kendinizi aldatırsınız; aslında kötü değildir dersiniz. Ama onu görünce, tıpkı nefes darlığına tutulmuş gibi olursunuz, soluk alamazsınız.

Sayfa 111. Domuzcuk, “Büyükler bilirler” dedi. “Karanlıktan korkmazlar. Bir araya gelirler, çay içerler, tartışırlar. O zaman işler yoluna girer...”

Sayfa 168. Gerçek bilinen şeyleri anlatılması olanaksız bir hayale dönüşmüştü.

Sayfa 170. İşleri yoluna koyup devam etmek zorundayız. İşte bu kadar. Büyükler öyle yapardı.

Sayfa 193. Bilinenin ama söylenemeyenlerin ağırlığı çökmüştü havaya.

Sayfa 195. Sorumsuz bir gücün yapabileceği çeşitli şeyleri kavramaya çalıştı.

Sayfa 258. Çocukların karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan Sineklerin Tanrısı, çocuklar arasında ancak Simon’un gerçeği bildiğinin farkındadır; çünkü ancak Simon canavarın çocukların içinde olduğunu, bundan ötürü de hiçbir zaman öldürülemeyeceğini anlamıştır. Sineklerin Tanrısı kahkahalar atarak, “Sen biliyordun değil mi? Sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun? (...) Her şeyin bozulmasının nedeniyim ben. Bunu biliyorsun, değil mi?” der. Sonra da Simon’u uyarır: “Seni istemiyorlar...”

 Ve kulüpteki arkadaşlarımızın Sineklerin Tanrısı için Bloglarında Paylaştıkları:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum: