25 Nisan 2016 Pazartesi

Yüzünde Bir Yer ~ 20 Nisan 2016

Sema Kaygusuz… Türk Edebeyatı’na öyküleri ile giren genç yazardan bu ay Yüzünde Bir Yer’i okuduk. Severiz biz kadın yazarlarımızı, onları tanımak bize her zaman farklı bir heyecan vermiştir.  Kulübümüzde daha önce kendisi ile tanışanlar olsa da birçoğumuz için bu ilk tanışmaydı.

Kesinlikle şiirsel bir anlatım dili var. Biraz arabesk biraz melodram, biraz masalsı olarak da nitelendirilebilinir. Her ne kadar bilinmeyen kelimeler ile roman içinde sıkça karşılaşılsa da, bu şiirsel anlatım sizi anında büyülüyor. Bu anlatıma rağmen, çoğumuz için oturmayan yerler de oldukça fazlaydı. Bu bütünlüğün olmamasının sebeplerinden biri belki de yazarın öykücülükten gelmesidir. Öykücülükten gelen hikayeyi bütünleyememe, masalsılığı toparlayamama net olarak kitapta hissedilmekteydi. Sema Kaygusuz hakkında yapılan genel eleştirilerden biri de Bilge Karasu’ya benzediği yönündedir. Kendisinin öykü kitapları ile tanışanlar öykücülüğünün daha başarılı bulmuşlar.

Yüzünde Bir Yer, üç ana olay üzerinden okuyucuya sunulmaktaydı: Hızır, Dersim ve İncir. Romanda kadının kendi ile yaptığı konuşmalar, eleştiriler genetik ve toplumsal hafızasında yer alan olaylardan doğmaktadır. Elbette kendisi ile konuştuğunu fark etmek kitapta biraz ilerlemeyi gerektirmiştir, hatta zaman zaman yok canım başka biri olmalı demek gibi süreçlerden geçtiğimiz de doğrudur.

İncir üzerine anlatımlar ve betimlemeler oldukça etkileyici,  bir o kadar da büyüleyiciydi. İncir ağacının kokusunu, incirin sütünü, incirin tadını kitabı okurken hissetmemeniz sanırım mümkün değil. Yine de bazılarımız için incir ağacı bambaşka bir noktaya bağlanmalıydı. Bu noktada ufak bir hayal kırıklığı yaşayanlarımız olmuş.

Dersim ile ilgili olan bölümlerden akıllarda kalan soru ise “şiddeti ayrılabilir mi?” idi. İyi şiddet ya da kötü şiddet diye olayları ayırmak mümkün müdür yoksa şiddet tamamen sorgusuz, sualsiz kötü müdür, sebebi her ne olursa olsun? En çok üzerinde konuştuğumuz nokta bu oldu.

Bese’nin tecavüze uğraması ve buna katlanmak için bu olaya mitsel bir boyut vermesi ise bizi etkileyen bambaşka bir bölümdü. Olanları gerçekten ifade etmekten kaçınarak, bunu Hızır’a bağlamak onun kendini koruma şekli miydi yoksa Hızır’a gerçekten inanıyor muydu?

Hızır ile Hıdırellez gecesinde tanışılan, Hızır’ın bir dansçı olarak anlatıldığı bölüm oldukça etkiliydi. Anlatım olarak oldukça vurucu ve bir o kadar da masalsılığın en fazla hissedildiği bu bölümde, dansçının büyüsüne kapılamamanız sanırım imkansız olacaktır.

Yazarın kitapta Dersim gibi önemli bir olaya değinirken, hiçbir politik düşünceyi empoze etmeye çalışmaması, politik olarak herhangi bir suçlama yapmadan olayları insanı boyuttan ele alışı bizler tarafından alkışlanan bir nokta oldu. Sonuçta çoğumuzun aklında kümülatif olarak kalan bir şey olduğunu söylemek mümkün değil. Ayrıca, romanı günümüz ile çok özdeşleştiremediğimizi de belirtebiliriz.

Okurken sizi masalsı ve şiirsel anlatımı ile büyüleyen ama anlamak için sizi zorlayan bir kitaptı. Sonuç olarak diyebilir ki iyi ki okumuşuz, mirim.



Yüzünde Bir Yer’den Altını Çizdiklerimiz:


Sayfa 17. Uygarlığın başladığı, başlar başlamaz çökmeye yüz tuttuğu çevrimi yenden kurmaktan başka hiçbir değeri yoktu. Bir şeye ad vermek onu kendine alışmaya zorlamaktır. Yeryüzündeki bütün kinsiz, gurursuz, yalın ve dingin canlıyı evcilleştirmenin ilk adımıydı bu. Oysa hangi adı koyarsan koy incirde görüp görebileceğin bir tek kendi suretin.

Sayfa 27. Bakıyorum da sakinleştin biraz. Yüzün gevşemeye başladı. Eliha’yı zihninde canlandırmaya çabaladıkça gözbebeklerin titriyor. Kadim hikayelerin böyle bir etkisi vardır işte. Yaşanmış ve yaşanacak olanı köklendirirler.

Sayfa 27. Şu benlik dediğin muamma ne el hüneriyle yapılan nesnelerde tamamlanıyor ne de zihinsel yaratılarda. Eksik daima eksik. Ve daima çok yakın. Handiyse burnunun dibinde. Ah bir görsen beni, uzansan… hiç olmazsa bir eksik parçana dokunmuş gibi olacaksın.

Sayfa 35. Onun meşrebinde sevmek her süreci yapıtlaştıran bir yoğunlaşma haliydi. Bir varlığı aşkla sevmenin törenine kendini bulaştırmadan katılıyor, saçlarını okşarken ruhunu da okşuyordu. Sevilirsen her ne olursa olsun sırtının yere gelmeyeceğini doğaçtan biliyordu.

Sayfa 106. Şimdi eskiden de kırgınsın. Omuzların düşük, yumrukların istemsizce sıkılı. Çatılardan gelen güvercin kuğultularını tınmıyorsun bile. Anlayamıyorum gözümün ışığı, hiç anlayamıyorum. Neden seni dünyaya çağırmış olduğuma inandıramıyorum? Sen benim yaşam payım, dokunuşum, iştahımsın. O halde niçin bir yarayım, sensizlikte üreyen? Burnumda hep yanık kokusu, hangi ateşe baksan ben orada dağlanıyorum.

Sayfa 107. Senin onda ne gördüğünü az çok sezmeye başlamıştım. Yaşadığı her ana egemen etkileyici bir kişiselliğe sahipti. Zihniyle, bedeniyle, geçmişi ve geleceğiyle tam oradaydı. Taşın taştan başka bir şey olmaması gibi, kendinden başka bir şey olmayan göz çelici bir bütünlükle…

Sayfa 108. Ateşte tütsülenirken dört dilek diledim Hızır’a. Yak beni, dedim, küllerimle tanınmaz olayım. Beni anlamamaya alıştır, illaki bileceğim diye çırpınmayayım. Hamlıktan arındır beni, kavrula kavrula saflaşayım. Başkasının imanıyla sofu olmayayım.

Sayfa 114. Uzak durarak dahil olmanın sırrına erişememiş birisinin, kendi hürmetsizliğini görüntüden silemeyişiydi. Ne yapsan ne etsen çiftleşemiyordun dünyayla.

Sayfa 119. Hadi uyan artık. Uyan… Hızır olmaya dayanamazsın.


1 yorum:

  1. Ben de severim Sema Kaygusuz'u. Yere DÜşen Dualar'ı okumuştum, çok beğenmiştim. Duyarşı bir yazar. Güzel okuma. Selamlar,

    YanıtlaSil

Yorum: