Sema Kaygusuz… Türk Edebeyatı’na
öyküleri ile giren genç yazardan bu ay Yüzünde Bir Yer’i okuduk. Severiz biz
kadın yazarlarımızı, onları tanımak bize her zaman farklı bir heyecan
vermiştir. Kulübümüzde daha önce kendisi
ile tanışanlar olsa da birçoğumuz için bu ilk tanışmaydı.
Kesinlikle şiirsel bir anlatım
dili var. Biraz arabesk biraz melodram, biraz masalsı olarak da
nitelendirilebilinir. Her ne kadar bilinmeyen kelimeler ile roman içinde sıkça
karşılaşılsa da, bu şiirsel anlatım sizi anında büyülüyor. Bu anlatıma rağmen,
çoğumuz için oturmayan yerler de oldukça fazlaydı. Bu bütünlüğün olmamasının
sebeplerinden biri belki de yazarın öykücülükten gelmesidir. Öykücülükten gelen
hikayeyi bütünleyememe, masalsılığı toparlayamama net olarak kitapta hissedilmekteydi.
Sema Kaygusuz hakkında yapılan genel eleştirilerden biri de Bilge Karasu’ya
benzediği yönündedir. Kendisinin öykü kitapları ile tanışanlar öykücülüğünün
daha başarılı bulmuşlar.
Yüzünde Bir Yer, üç ana olay üzerinden
okuyucuya sunulmaktaydı: Hızır, Dersim ve İncir. Romanda kadının kendi ile
yaptığı konuşmalar, eleştiriler genetik ve toplumsal hafızasında yer alan
olaylardan doğmaktadır. Elbette kendisi ile konuştuğunu fark etmek kitapta
biraz ilerlemeyi gerektirmiştir, hatta zaman zaman yok canım başka biri olmalı
demek gibi süreçlerden geçtiğimiz de doğrudur.
İncir üzerine anlatımlar ve
betimlemeler oldukça etkileyici, bir o
kadar da büyüleyiciydi. İncir ağacının kokusunu, incirin sütünü, incirin tadını
kitabı okurken hissetmemeniz sanırım mümkün değil. Yine de bazılarımız için
incir ağacı bambaşka bir noktaya bağlanmalıydı. Bu noktada ufak bir hayal
kırıklığı yaşayanlarımız olmuş.
Dersim ile ilgili olan
bölümlerden akıllarda kalan soru ise “şiddeti ayrılabilir mi?” idi. İyi şiddet
ya da kötü şiddet diye olayları ayırmak mümkün müdür yoksa şiddet tamamen
sorgusuz, sualsiz kötü müdür, sebebi her ne olursa olsun? En çok üzerinde
konuştuğumuz nokta bu oldu.
Bese’nin tecavüze uğraması ve
buna katlanmak için bu olaya mitsel bir boyut vermesi ise bizi etkileyen
bambaşka bir bölümdü. Olanları gerçekten ifade etmekten kaçınarak, bunu Hızır’a
bağlamak onun kendini koruma şekli miydi yoksa Hızır’a gerçekten inanıyor
muydu?
Hızır ile Hıdırellez gecesinde
tanışılan, Hızır’ın bir dansçı olarak anlatıldığı bölüm oldukça etkiliydi.
Anlatım olarak oldukça vurucu ve bir o kadar da masalsılığın en fazla
hissedildiği bu bölümde, dansçının büyüsüne kapılamamanız sanırım imkansız
olacaktır.
Yazarın kitapta Dersim gibi
önemli bir olaya değinirken, hiçbir politik düşünceyi empoze etmeye
çalışmaması, politik olarak herhangi bir suçlama yapmadan olayları insanı
boyuttan ele alışı bizler tarafından alkışlanan bir nokta oldu. Sonuçta
çoğumuzun aklında kümülatif olarak kalan bir şey olduğunu söylemek mümkün
değil. Ayrıca, romanı günümüz ile çok özdeşleştiremediğimizi de belirtebiliriz.
Okurken sizi masalsı ve şiirsel
anlatımı ile büyüleyen ama anlamak için sizi zorlayan bir kitaptı. Sonuç olarak
diyebilir ki iyi ki okumuşuz, mirim.
Yüzünde Bir Yer’den Altını Çizdiklerimiz:
Sayfa 17. Uygarlığın başladığı,
başlar başlamaz çökmeye yüz tuttuğu çevrimi yenden kurmaktan başka hiçbir
değeri yoktu. Bir şeye ad vermek onu kendine alışmaya zorlamaktır. Yeryüzündeki
bütün kinsiz, gurursuz, yalın ve dingin canlıyı evcilleştirmenin ilk adımıydı
bu. Oysa hangi adı koyarsan koy incirde görüp görebileceğin bir tek kendi
suretin.
Sayfa 27. Bakıyorum da
sakinleştin biraz. Yüzün gevşemeye başladı. Eliha’yı zihninde canlandırmaya
çabaladıkça gözbebeklerin titriyor. Kadim hikayelerin böyle bir etkisi vardır
işte. Yaşanmış ve yaşanacak olanı köklendirirler.
Sayfa 27. Şu benlik dediğin muamma
ne el hüneriyle yapılan nesnelerde tamamlanıyor ne de zihinsel yaratılarda.
Eksik daima eksik. Ve daima çok yakın. Handiyse burnunun dibinde. Ah bir görsen
beni, uzansan… hiç olmazsa bir eksik parçana dokunmuş gibi olacaksın.
Sayfa 35. Onun meşrebinde sevmek
her süreci yapıtlaştıran bir yoğunlaşma haliydi. Bir varlığı aşkla sevmenin
törenine kendini bulaştırmadan katılıyor, saçlarını okşarken ruhunu da
okşuyordu. Sevilirsen her ne olursa olsun sırtının yere gelmeyeceğini doğaçtan
biliyordu.
Sayfa 106. Şimdi eskiden de
kırgınsın. Omuzların düşük, yumrukların istemsizce sıkılı. Çatılardan gelen
güvercin kuğultularını tınmıyorsun bile. Anlayamıyorum gözümün ışığı, hiç
anlayamıyorum. Neden seni dünyaya çağırmış olduğuma inandıramıyorum? Sen benim
yaşam payım, dokunuşum, iştahımsın. O halde niçin bir yarayım, sensizlikte
üreyen? Burnumda hep yanık kokusu, hangi ateşe baksan ben orada dağlanıyorum.
Sayfa 107. Senin onda ne
gördüğünü az çok sezmeye başlamıştım. Yaşadığı her ana egemen etkileyici bir
kişiselliğe sahipti. Zihniyle, bedeniyle, geçmişi ve geleceğiyle tam oradaydı. Taşın
taştan başka bir şey olmaması gibi, kendinden başka bir şey olmayan göz çelici
bir bütünlükle…
Sayfa 108. Ateşte tütsülenirken
dört dilek diledim Hızır’a. Yak beni, dedim, küllerimle tanınmaz olayım. Beni
anlamamaya alıştır, illaki bileceğim diye çırpınmayayım. Hamlıktan arındır
beni, kavrula kavrula saflaşayım. Başkasının imanıyla sofu olmayayım.
Sayfa 114. Uzak durarak dahil
olmanın sırrına erişememiş birisinin, kendi hürmetsizliğini görüntüden
silemeyişiydi. Ne yapsan ne etsen çiftleşemiyordun dünyayla.
Sayfa 119. Hadi uyan artık. Uyan…
Hızır olmaya dayanamazsın.
Ben de severim Sema Kaygusuz'u. Yere DÜşen Dualar'ı okumuştum, çok beğenmiştim. Duyarşı bir yazar. Güzel okuma. Selamlar,
YanıtlaSil