18 Mayıs 2016 Çarşamba

Atuan Mezarları ~ 9 Mayıs 2016

Ursula Cadıları olmaya devam ediyoruz. Yerdeniz yolculuğumuzda ikinci durağımız Atuan Mezarları’ydı. Kitabın arka kapaklarındaki tanıtım yazılarına bizler kulüp üyeleri olarak güvenmesek de, kitabı okurken gören herkesin ilk yaptığı şey arka kapak yazısını okumaktı. Ursula diyor ki :

Atuan Mezarları’nın konusu tek kelimeyle söylemek gerekirse cinselliktir. Kitapta bir sürü simge var, tabii ki yazarken bunları bilinçli bir şekilde çözümlemedim; bu simgelerin hepsi cinsel simgeler olarak okunabilir. Daha açık söylemek gerekirse kitabi bir kadının büyümesi olarak okuyabilirsiniz. Temalar, doğum, yeniden doğum, yıkım ve özgürlük.

Kitapta ise son yılların trendi olan fantezi dünyasına ait hiçbir şey olmadığını öncelikle belirtelim. Yerdeniz Büyücü’sü ile başlayan kişinin kendini bulma yolculuğu, bu defa büyümek, bedenini, isteklerini, beynini kısacası kendini tanımaya karar vermeye götürüyor bizleri. Kitapta karanlığın efendileri için Atuan Mezarları’nın baş rahibeliğini yapmak üzere 5 yaşında ailesinden koparılarak, sadece bu görev için yetiştirilen Tenar yeni bir kahraman olarak karşımıza çıkıyor. İlk kitapta Büyücüler arasında kadın yokken, bu kitapta ise Ged’in ortaya çıkışına kadar erkek bir kahraman yer almıyor. Hadım edilmişler ve kadınlardan oluşan karakterlere yer verilmiş kitapta.

Ursula’nın Yerdeniz Büyücüsü’ndeki harika tasvirleri burada da sizinle birlikte. Dikili dokuz taşın olduğu üst tapınağı, alt mezarları, labirenti, taht odasını bir filmi izler gibi ya da kameranız ile görüntülüyormuşsunuz gibi siz de geziyorsunuz Arha ile birlikte. Arha mı kim? Tenar’ın yutulduktan sonraki adı.

Kitap üzerine ilk konuştuğumuz konu, “bu kitapta cinsellik nerede?” oldu. Bir kaçımızın sembolleri ifade etmedeki üstün yeteneği hepimizi daha çok aydınlattı. Labirentin karanlık ve kıvrımlı olması,  beynimizin haritasına benzetildi. Beynimiz; tüm bilgimiz, anılarımız, duygularımız yani kendimize ait her şey olduğu için bu kitabın bize dönük bir yolculuk olduğunda hepimiz hem fikirdik. Cinsellik belki de büyümekteki önemli adımlardan biri olduğu için tanıtımda yer alıyordu. Bizler değil miyiz çocuklarımız ergen olduğunda “artık büyüyorsun” diyen. Arha, labirentin kıvrımlı yollarına indiğinde dışarıda zaman duruyordu. Bizlerin de kendimize döndüğümüzde, kendi içimize yolculuklarımızda zaman donmuyor mu?

Arha’nın tapınaktaki eğitim süresince kimseyle arkadaşlık etmesi söz konusu olmuyor. Eğitiminden Tanrıkralın rahibesi Kossil ve Thar sorumluydu. Burada da bildiğimiz üçleme sembolünü görüyorduk, Thar – iyilik, Kossil – Kötülük ve Tenar- Bilgelik. Ayrıca Atuan Mezarları’ndaki dokuz taşın da anlamının tamamlamak üzere olduğunu çıkarsadık. Yerdeniz Büyücüsü’nde yer alan dokuz büyücüye hemen bir çağrışım yapıldı. Ne de olsa on mükemmellikti ve dokuzda “on”a doğru bir yolculuk vardı. Alt mezara sadece girişin olması, buraya hiçbir kimsenin girememesi, çıkışın sadece başrahibe tarafından bilinmesi alt mezarın kadının rahmine ve üreme organlarına ait semboller olarak yorumlandı. Elbette burada bol bol konuşuldu ama kulübe özel kalsın bu anlar ;).

Kitapta ilgimizi çeken bölümlerden biri de Arha’nın Penthe ile yasak olmasına rağmen surlarda elma yemeleri idi. Çoğumuz için bu bölüm; eğlence, dürüstlük ve canlılığı simgelemişti. Penthe’nin bir domuz çobanı ile evliliği bile tercih etmesi, kişinin esarettense özgürlüğe olan ihtiyacını açıkça vurgulamaktaydı.
Elbette Arha, Ged ile karşılaşıyordu. Kitapta karşılaşma anına kadar bunu beklemediğimizi belirttik çoğumuz. Bir kaçımız ise, sanırım bu sembolizm konusunda çok ileride olanlarımız, hep Ged’in gelişini beklemişler. Alt mezarda, ona güvenmek ile güvenmemek arası geliş-gidişlerini yaşıyordu. Ged ile Tenar’ın diyaloglarında bazılarımız için Ged biraz şımarık bulundu. Ged şımarık mıydı? Ged’in keçileri iyileştirmesi, göz bağı yapması, büyülerine olan inancı biraz erilliğe fazla mı değer verilmesi anlamına geliyordu? Bir kadının kendini tamamlaması için illaki bir erkeğe ihtiyacı var mıydı? Bir elmanın iki yarısı olmak şart mıydı? Buralardan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’e kadar varıldı. Pamuk Prenses, Prens’i bulunca yeterli olmayan Yedi Cüceleri nasıl bırakıyorsa, Tenar da Ged’i bulunca “eksik eril” olan Manan’ı terk ediyordu.

Ve son benzetme de günümüzün en trend dizilerinden birine geldi. Game of Thrones J. Arya’nın Lekesizler’i varsa, Tenar’ın (Arha) da Dilsizler’i vardı.

Sonra da döndük kendimize. Kendi büyümemizle ilgili açıkça konuştuk yine. Güven üzerine, değer vermek üzerine, kırgınlıklarımızı, kızgınlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı, sancılarımızı, sanrılarımızı yatırdık masaya. Çok renkli bir topluluktan çok renkli sohbetler çıktı elbette.

Okumaya devam dedik, sıradaki dedik ve En Uzak Sahil’de görüşürüz dedik…




Atuan Mezarların’nda Altını Çizdiklerimiz:

Sayfa 9: Zaten yitireceğin birine bağlanmanın yararı ne?

Sayfa 46: "Rahibe olmamayı ister miydin?"
"İster miydim! Elbette! Bir domuz çobanıyla evlenip domuz çukurunda oturmayı tercih ederdim. Hiçbir Allahın kulunun gelmediği insanı yok eden bu eski çöle, bütün yaşadığım günler boyunca, bir yığın kadınla birlikte diri diri gömülmektense her şey olmayı tercih ederdim! Ama benim dileğime kalmış bir şey yok; çünkü beni buraya adamışlar ve ben de burada sıkıştım kaldım. Ama bir sonraki yaşamımda, Awabath'ta dansöz olurum inşallah! Çünkü bunu hak etmiş olacağım."

Sayfa 46: Altın elmalar kadar toparlak, yaşam dolu ve sulu, seyretmesi bile güzel olan Penthe'yi şimdiye kadar görememiş olduğunu hissetti; bugüne kadar ona bakmadığını, onu görmediğini.

Sayfa 71: Mezarlar'ın en uzağında bulunan çıkmaz geçit, kuş bakışı, belki de bir milden fazla değildi. Ama, aşağıda, yeraltında hiçbir şey düz gitmiyordu. Tüm tüneller dönüyor, ayrılıyor, birleşiyor, dallanıp budaklanıyor, ağ gibi örülüyor, düğümleniyor, başladıkları yerde biten özenle meydana getirilmiş yolları takip ediyordu, çünkü ne başlangıcı ne de sonu vardı, insan burada gidip, gidip, gidip yine de bir yere varmayabilirdi, çünkü varılacak bir yer yoktu. Labirentin bir merkezi, bir kalbi yoktu. Kapı bir kez kitlendi mi bu işin sonu yoktu. Hiçbir yön doğru değildi.

Sayfa 93: Kız bir süre kıpırdamadan kaldı.
"Senin göründüğün gibi olup olmadığını nasıl anlayabilirim?" dedi sonunda.
"Anlayamazsın," dedi adam. "Sana nasıl göründüğümü bilemiyorum ki."

Sayfa 118: “Güven diyelim... İsimlerden biri de bu. Bu çok büyük bir şey. Tek başına her ikimiz de zayıf olduğumuz halde, buna sahip olduğumuz için kuvvetliyiz; Karanlığın Güçleri'nden daha kuvvetliyiz."

Sayfa 120: "Her ikimizi de özgür kıldın," dedi adam. "Hiç kimse tek başına özgürlüğünü kazanamaz. Gel, henüz zamanımız varken vakit harcamayalım!

Sayfa 125: "Tenar, üstümüzdeki tavanı çökmesin diye tutuyorum şu an. Duvarların üzerimize çökmesini engelliyorum. Ayaklarımızın altındaki zeminin açılmasını engelliyorum. Bunu, çukuru, hizmetkarlarının beklediği yeri geçtiğimizden beri yapıyorum. Eğer ben zelzeleyi engelleyebiliyorsam, sen benimle birlikte bir insan ruhuyla karşılaşmaktan mı korkuyorsun? Bana güven; benim sana güvenmiş olduğum gibi! Şimdi benimle gel."

Sayfa 133: İnsan kendi sözcüklerini yiyince ne kadar beslenirse o kadar beslenirsin.

Sayfa 146: Hissediyordu. Karanlık el, kalbinin üzerindeki, ömür boyu süren hükmünü geri çekmişti.

Sayfa 146: İşe yaramaz bir kötülüğe bağımlı geçirdiği, boşa harcanmış yıllarına ağladı. Acı acı ağladı çünkü özgürdü.

Öğrenmeye başladığı şey aslında özgürlüğün yüküydü. Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir. Yol, yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varamayabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum: