Ursula Cadıları olmaya devam
ediyoruz. Yerdeniz yolculuğumuzda ikinci durağımız Atuan Mezarları’ydı. Kitabın
arka kapaklarındaki tanıtım yazılarına bizler kulüp üyeleri olarak güvenmesek
de, kitabı okurken gören herkesin ilk yaptığı şey arka kapak yazısını okumaktı.
Ursula diyor ki :
“Atuan Mezarları’nın konusu tek kelimeyle söylemek gerekirse
cinselliktir. Kitapta bir sürü simge var, tabii ki yazarken bunları bilinçli
bir şekilde çözümlemedim; bu simgelerin hepsi cinsel simgeler olarak
okunabilir. Daha açık söylemek gerekirse kitabi bir kadının büyümesi olarak
okuyabilirsiniz. Temalar, doğum, yeniden doğum, yıkım ve özgürlük.”
Kitapta ise son yılların trendi
olan fantezi dünyasına ait hiçbir şey olmadığını öncelikle belirtelim. Yerdeniz
Büyücü’sü ile başlayan kişinin kendini bulma yolculuğu, bu defa büyümek,
bedenini, isteklerini, beynini kısacası kendini tanımaya karar vermeye
götürüyor bizleri. Kitapta karanlığın efendileri için Atuan Mezarları’nın baş
rahibeliğini yapmak üzere 5 yaşında ailesinden koparılarak, sadece bu görev
için yetiştirilen Tenar yeni bir kahraman olarak karşımıza çıkıyor. İlk kitapta
Büyücüler arasında kadın yokken, bu kitapta ise Ged’in ortaya çıkışına kadar
erkek bir kahraman yer almıyor. Hadım edilmişler ve kadınlardan oluşan
karakterlere yer verilmiş kitapta.
Ursula’nın Yerdeniz
Büyücüsü’ndeki harika tasvirleri burada da sizinle birlikte. Dikili dokuz taşın
olduğu üst tapınağı, alt mezarları, labirenti, taht odasını bir filmi izler
gibi ya da kameranız ile görüntülüyormuşsunuz gibi siz de geziyorsunuz Arha ile
birlikte. Arha mı kim? Tenar’ın yutulduktan sonraki adı.
Kitap üzerine ilk konuştuğumuz
konu, “bu kitapta cinsellik nerede?” oldu. Bir kaçımızın sembolleri ifade
etmedeki üstün yeteneği hepimizi daha çok aydınlattı. Labirentin karanlık ve
kıvrımlı olması, beynimizin haritasına benzetildi.
Beynimiz; tüm bilgimiz, anılarımız, duygularımız yani kendimize ait her şey
olduğu için bu kitabın bize dönük bir yolculuk olduğunda hepimiz hem fikirdik.
Cinsellik belki de büyümekteki önemli adımlardan biri olduğu için tanıtımda yer
alıyordu. Bizler değil miyiz çocuklarımız ergen olduğunda “artık büyüyorsun” diyen.
Arha, labirentin kıvrımlı yollarına indiğinde dışarıda zaman duruyordu.
Bizlerin de kendimize döndüğümüzde, kendi içimize yolculuklarımızda zaman
donmuyor mu?
Arha’nın tapınaktaki eğitim
süresince kimseyle arkadaşlık etmesi söz konusu olmuyor. Eğitiminden Tanrıkralın
rahibesi Kossil ve Thar sorumluydu. Burada da bildiğimiz üçleme sembolünü
görüyorduk, Thar – iyilik, Kossil – Kötülük ve Tenar- Bilgelik. Ayrıca Atuan
Mezarları’ndaki dokuz taşın da anlamının tamamlamak üzere olduğunu çıkarsadık.
Yerdeniz Büyücüsü’nde yer alan dokuz büyücüye hemen bir çağrışım yapıldı. Ne de
olsa on mükemmellikti ve dokuzda “on”a doğru bir yolculuk vardı. Alt mezara
sadece girişin olması, buraya hiçbir kimsenin girememesi, çıkışın sadece başrahibe
tarafından bilinmesi alt mezarın kadının rahmine ve üreme organlarına ait
semboller olarak yorumlandı. Elbette burada bol bol konuşuldu ama kulübe özel
kalsın bu anlar ;).
Kitapta ilgimizi çeken
bölümlerden biri de Arha’nın Penthe ile yasak olmasına rağmen surlarda elma
yemeleri idi. Çoğumuz için bu bölüm; eğlence, dürüstlük ve canlılığı
simgelemişti. Penthe’nin bir domuz çobanı ile evliliği bile tercih etmesi,
kişinin esarettense özgürlüğe olan ihtiyacını açıkça vurgulamaktaydı.
Elbette Arha, Ged ile
karşılaşıyordu. Kitapta karşılaşma anına kadar bunu beklemediğimizi belirttik
çoğumuz. Bir kaçımız ise, sanırım bu sembolizm konusunda çok ileride olanlarımız,
hep Ged’in gelişini beklemişler. Alt mezarda, ona güvenmek ile güvenmemek arası
geliş-gidişlerini yaşıyordu. Ged ile Tenar’ın diyaloglarında bazılarımız için
Ged biraz şımarık bulundu. Ged şımarık mıydı? Ged’in keçileri iyileştirmesi,
göz bağı yapması, büyülerine olan inancı biraz erilliğe fazla mı değer
verilmesi anlamına geliyordu? Bir kadının kendini tamamlaması için illaki bir
erkeğe ihtiyacı var mıydı? Bir elmanın iki yarısı olmak şart mıydı? Buralardan
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’e kadar varıldı. Pamuk Prenses, Prens’i bulunca
yeterli olmayan Yedi Cüceleri nasıl bırakıyorsa, Tenar da Ged’i bulunca “eksik
eril” olan Manan’ı terk ediyordu.
Ve son benzetme de günümüzün en
trend dizilerinden birine geldi. Game of Thrones J.
Arya’nın Lekesizler’i varsa, Tenar’ın (Arha) da Dilsizler’i vardı.
Sonra da döndük kendimize. Kendi
büyümemizle ilgili açıkça konuştuk yine. Güven üzerine, değer vermek üzerine,
kırgınlıklarımızı, kızgınlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı, sancılarımızı,
sanrılarımızı yatırdık masaya. Çok renkli bir topluluktan çok renkli sohbetler
çıktı elbette.
Okumaya devam dedik, sıradaki
dedik ve En Uzak Sahil’de görüşürüz dedik…
Atuan Mezarların’nda Altını
Çizdiklerimiz:
Sayfa 9: Zaten yitireceğin birine
bağlanmanın yararı ne?
Sayfa 46: "Rahibe olmamayı
ister miydin?"
"İster miydim! Elbette! Bir
domuz çobanıyla evlenip domuz çukurunda oturmayı tercih ederdim. Hiçbir Allahın
kulunun gelmediği insanı yok eden bu eski çöle, bütün yaşadığım günler boyunca,
bir yığın kadınla birlikte diri diri gömülmektense her şey olmayı tercih
ederdim! Ama benim dileğime kalmış bir şey yok; çünkü beni buraya adamışlar ve
ben de burada sıkıştım kaldım. Ama bir sonraki yaşamımda, Awabath'ta dansöz
olurum inşallah! Çünkü bunu hak etmiş olacağım."
Sayfa 46: Altın elmalar kadar
toparlak, yaşam dolu ve sulu, seyretmesi bile güzel olan Penthe'yi şimdiye
kadar görememiş olduğunu hissetti; bugüne kadar ona bakmadığını, onu
görmediğini.
Sayfa 71: Mezarlar'ın en uzağında
bulunan çıkmaz geçit, kuş bakışı, belki de bir milden fazla değildi. Ama,
aşağıda, yeraltında hiçbir şey düz gitmiyordu. Tüm tüneller dönüyor, ayrılıyor,
birleşiyor, dallanıp budaklanıyor, ağ gibi örülüyor, düğümleniyor, başladıkları
yerde biten özenle meydana getirilmiş yolları takip ediyordu, çünkü ne başlangıcı
ne de sonu vardı, insan burada gidip, gidip, gidip yine de bir yere
varmayabilirdi, çünkü varılacak bir yer yoktu. Labirentin bir merkezi, bir
kalbi yoktu. Kapı bir kez kitlendi mi bu işin sonu yoktu. Hiçbir yön doğru
değildi.
Sayfa 93: Kız bir süre
kıpırdamadan kaldı.
"Senin göründüğün gibi olup
olmadığını nasıl anlayabilirim?" dedi sonunda.
"Anlayamazsın," dedi
adam. "Sana nasıl göründüğümü bilemiyorum ki."
Sayfa 118: “Güven diyelim...
İsimlerden biri de bu. Bu çok büyük bir şey. Tek başına her ikimiz de zayıf olduğumuz
halde, buna sahip olduğumuz için kuvvetliyiz; Karanlığın Güçleri'nden daha kuvvetliyiz."
Sayfa 120: "Her ikimizi de
özgür kıldın," dedi adam. "Hiç kimse tek başına özgürlüğünü
kazanamaz. Gel, henüz zamanımız varken vakit harcamayalım!
Sayfa 125: "Tenar,
üstümüzdeki tavanı çökmesin diye tutuyorum şu an. Duvarların üzerimize
çökmesini engelliyorum. Ayaklarımızın altındaki zeminin açılmasını
engelliyorum. Bunu, çukuru, hizmetkarlarının beklediği yeri geçtiğimizden beri
yapıyorum. Eğer ben zelzeleyi engelleyebiliyorsam, sen benimle birlikte bir
insan ruhuyla karşılaşmaktan mı korkuyorsun? Bana güven; benim sana güvenmiş
olduğum gibi! Şimdi benimle gel."
Sayfa 133: İnsan kendi
sözcüklerini yiyince ne kadar beslenirse o kadar beslenirsin.
Sayfa 146: Hissediyordu. Karanlık
el, kalbinin üzerindeki, ömür boyu süren hükmünü geri çekmişti.
Sayfa 146: İşe yaramaz bir
kötülüğe bağımlı geçirdiği, boşa harcanmış yıllarına ağladı. Acı acı ağladı
çünkü özgürdü.
Öğrenmeye başladığı şey aslında
özgürlüğün yüküydü. Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve
garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir
seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir. Yol, yukarıya, ışığa doğru çıkar;
ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varamayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum: