20 Haziran 2016 Pazartesi

En Uzak Sahil ~ 1 Haziran 2016

Yerdeniz maceramız devam ediyor. Ursula’nın ruhumuzun derinliklerine inmemizi sağlayan serinin 3. Kitabı En Uzak Sahil, bizi ölümü reddetmek veya kabullenmek ile yüz yüze getiriyor.

Bizde adettir, mutlaka bir kaçımız tartıştığımız kitabı daha önce mutlaka okumuştur, birkaçımız ikinci defa okuyordur o kitabı. Bu defa ilavesi vardı. 3. kez okuyan Bahar’ın, aynı zamanda Yerdeniz serisinden ilk okuduğu kitaptı En Uzak Sahil. Bize aktardığı en temel fikir şuydu, seriye 3. kitaptan başlamanız kitabı anlamanıza engel değildi.

Her şeyden öncelikle bu okuduğumuz 3. Kitap sonunda söyleyebileceğimiz şudur: Edebiyatta var olan seri kitapların aksine, Yerdeniz Serisi’nin her bir kitabı ayrı bir macera. Bu maceralarda her bir karakterin ayrı bir hikayesi olması, her bir kitabın tek bir kitap gibi okunabilmesini de sağlıyor. Elbette bu kitapta ilk iki kitaptaki serüvenlere atıflar bulunmakta ama bu atıflar o kadar sade bir şekilde okuyucuya aktarılıyor ki ilk iki kitabı okumamış olsanız da, ya bu nerden çıktı, ne demek isteniyor gibi sorular kafanızda oluşmuyor.

Seriden ayrılıp En Uzak Sahil’e odaklanacak olursak, Ursula’nın müthiş tasvir gücüyle bu serüvenin de sizi içine almaması imkansız bizce. Ölümü yaşamın bir sonraki evresi olarak görebilmek gerekliliği üzerinde odaklanılmış. Günümüzde de olduğu gibi ölümün ötesine geçemeyip ya da yaşama fazlasıyla odaklanmak hayatlarımızı anlamsızlaştırıp, maddiyata fazlasıyla tutunmamıza neden oluyor.

En Uzak Sahil’de Çevik Atmaca’ya Arren adında bir prens eşlik ediyor. Büyünün yeryüzünden silinmeye başlaması ile bunun kaynağını bulup, vaat edilen kralı bulmak üzere yer denizin sonuna en uzak denizlerin de sonuna sürecek bir yolculuk anlatılıyor. Bu yolculukta farklı maceralara atılan kahramanlarımız ölümü kabullenmek ile büyümenin gerçekleştiği ve böylece yeni bir hayatın başladığını bize gösteriyorlar.

Olayların başında Çevik Atmaca bu yolculuğa çıkmadan önce 12 Büyücü zaten Kral’ın kim olduğunu biliyordu. Ancak Kral’ın kendine inanması, kral olarak nasıl yaşayacağı, kendi iç dünyasına bir yolculuk yapmadan anlaması mümkün değildi. Bizler de öyle değil miyiz? Hepimiz gücümüzü az çok bilsek de, kendimizin neleri başarabileceğini, neleri istediğini bilsek de, bir hissin peşinde bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu his tereddütlerle birlikte bize bir amaç ve yön çiziyor. İşte o zaman başlıyoruz ya gerçekten yaşamaya, hayattan zevk almaya. Yanlışlarımızı da kabul edebiliyoruz, kendimizi affetmeyi öğreniyoruz. O zaman ne diyoruz efendim? İçsel yolculuk şart.

Serinin ilk iki kitabına nazaran, bu kitapta simgeler yerine felsefi ifadeler ve vurgular ön planda tutulmuş. İnsanların ölümü kabul edememesi sonucunda sahte yaşamlar, yaşıyormuş gibi yapmalar üzerine kurulmuş bir örgü sizi bekliyor.

Günümüzde bizler de aslında ölüm ile pek karşılaşıyoruz. Hastanelerde biten yaşamlar, var olan ölüm döşeği kavramını ortadan kaldırmak üzere. Ölüm döşeğinde yapılan vedalar son bulmakta. Doğumların hastanelerde gerçekleşmesi, doğal sürecinden ayrılması bizlerdeki ölüm korkusunu hızla arttırıyor.

Ölümden sonra yas tutmayı bile unuttuk günümüzde. Yas tutmanın, vedalaşmanın önemi, hayata, yaşamaya gerçekten devam etmek için gerekli olan bu olgulara o kadar uzağız ki. En basitinden, bizler Osmanlı’nın bile yasını tutmuş değiliz. Ölüm gibi yaşanan kayıplardan sonra bizlerde oluşan öfke ya da kızgınlık aslında birer duygu değil. Bir baksak içimize neden öfke duyuyoruz? Altında bambaşka duygular olduğunu hepimiz kendimize itiraf ederiz. Belki sevgi, belki üzüntü…

Ve son olarak, duygularımızı gösteremeyip yaşayamamak sanırım günümüzün en büyük sorunlarından biri. Kadınların çoğunun şikâyetidir, babaları, eşleri ya da oğulları için: Duygularını göstermiyor! Bir yerlerden alıntı olarak ekleyelim:

“Babalar o kadar yok ki, erkekler erkek olmayı anneleri gibi olmamak sanarak büyüyorlar.”
Bu kitabımızı da tadı damağımızda kalarak, iyi ki okumuşuz diyerek, ruhumuzda bıraktığı izlerle ve yüzümüzde geniş gülümsemelerle noktaladık.

Sıradaki mi? Tehanu…



En Uzak Sahil’den Altını Çizdiklerimiz:

Sayfa 29. Bütün sürü dağılınca, bizim kara koyun ağılda mı kalır?

Sayfa 29. Fırtına başladığında, ilk görünen şey ufuktaki küçük buluttur.

Sayfa 34. Geçmişi inkar etmek, geleceği inkar etmektir. İnsan kendi alın yazısını kendi yazamaz: Ya kabul eder, ya inkar eder. Eğer üvez ağacının kökleri derinde değilse, başı göğe eremez.

Sayfa 42. Fakat ne zaman yaşamın kendi üzerinde bir güç elde etmeyi şiddetle arzu edersek sonsuz bir zenginlik, mutlak bir güvenlik, ölümsüzlük o zaman arzu bir hırsa dönüşür. Ve eğer bilgi o hırsla işbirliği ederse, o zaman bela gelir. O zaman dünyanın dengesi sallanır ve tartıda yıkım ağır basar.

Sayfa 43. "İşte bu yüzden başka hiçbir şey bize karşı duramaz. Dünyada sadece tek bir şey kötü yürekli bir insana karşı durabilir. O da başka bir insandır. Ayıbımızda yatar şerefimiz. Sadece bizim ruhumuz, kötülüğe açık olan ruhumuz, onu yenmeye muktedirdir."

Sayfa 73. O yüzden onlarla bir mi olmalıydım? Onların hareketlerinin benimkileri yönetmesine izin mi vermeliydim? Onlar yerine bir seçim yapamam, ama onların da benim yerime seçim yapmalarına izin vermem!

Sayfa 74. "Yapılan bir eylemin, öyle gençlerin zannettikleri gibi, insanın bir taşı yerden alıp fırlatmasından, o taşın bir yere çarpması veya sıyırıp geçmesinden, böylece de bu işin bitmiş olmasından ibaret olmadığını görebiliyor musun Arren?" dedi, "Taş yerden kaldırıldığında, yer hafifler; onu tutan el de ağırlaşır. Fırlatıldığında, yıldızların dolanımları tepki verir ve vurduğu veya düştüğü yerde evren değişmiş olur. Her eylem, bütünün dengesine dayanır. Rüzgârlar ve denizler, suyun, yerin, ışığın gücü ve bunların hepsinin yaptıkları; tüm hayvanlar ve yeşilliklerin yaptıkları iyi ve doğru olarak yapılmaktadır.

Sayfa 74. Dengeyi korumayı öğrenmemiz gerekir. Aklımız olduğuna göre, cahilce hareket etmemeliyiz. Seçme şansımız olduğuna göre, sorumsuzca davranmamalıyız. Ben kim oluyorum da bunu yapabilecek gücüm olmasına rağmen insanların gelecekleriyle oynayarak onları ödüllendireyim veya cezalandırayım?

Sayfa 94. Şefkat olmadan sevgi uyumsuz olur, bir bütün olmaz ve uzun sürmez.

Sayfa 131. Durdu, çünkü gerçekleri yüksek sesle söylemek dayanılacak gibi değildi. Onu durduran utanç değildi, korkuydu, aynı korku.

Sayfa 131. Çünkü kalbinin derinliklerinde gerçeğin boş olduğunu biliyordu: Yaşamı, sıcaklığı, rengi, sesi olmayan: anlamı olmayan. Yükseklikler veya derinlikler yoktu. Biçim, ışık ve rengin, denizde ve insanların gözlerinde görünen tüm bu hoş oyunu şundan başka bir şey değildi: Sığ bir boşluğun üzerindeki gözbağı oyunları.

Sayfa 132. Hiç güvence yok, hiç son yok. Sözcük sessizlikte duyulmalı, yıldızları görmek için karanlık gerek. Dans her zaman boş zeminde yapılır, korkunç uçurumun üzerinde.

Sayfa 132. Çünkü sadece kaybetmeye razı olduğumuz şey bizimdir... Bizim acımız, hazinemiz ve insanlığımız plan bu benlik, sürekli değil. Değişir; gider, denizdeki bir dalga gibi. Tek bir dalgayı kurtarmak, kendini kurtarmak için denizin sakinleşmesini, gelgitlerin durmasını mı istersin? Kendi güvenliğini satın almak için, ellerinin hünerini, kalbinin arzusunu ve aklının açlığını feda eder miydin?"

Sayfa 140. Hiçbir şarkıcı, sessizliği kendi seçmez.

Sayfa 147. Hain olan nefsimiz; Yaşamak istiyorum; ben yaşayayım da isterse dünya yansın! diye bağıran nefsimiz. Karanlıkta bulunan, içimizdeki hain ruh, aynı elmanın içindeki kurt gibi. Hepimize hitap ediyor. Ama sadece bazıları onu anlıyor. Büyücüler ye sihirbazlar. Şarkıcılar; yaratıcılar. Ve kahramanlar, kendileri olmaya çalışan insanlar, İnsanın kendi Özünü bulması çok nadir rastlanan bir şeydir ve çok büyük bir şeydir. İnsanın sonsuza kadar kendisi olması daha da güzel değil mi?"

Sayfa 148. Çocuklar yok, Ancak ölümlü olan yeni hayata gebedir Arren. Ancak ölümde yeniden doğum vardır. Denge bir durgunluk değildir. Harekettir ebedi bir oluştur."

Sayfa 167. "Ölüler acı çekmezler," dedi Arren kasvetle.
"Ama sadece oraya değil, sadece Ölüme götürmez insanlar isimlerini. En çok acı çekebilecek durumda olanlar, incinmeye en çok müsait olanlar:
Aşklarını verip de geri almayanlar, onlar da birbirlerinin isimlerini söylerler. İnanç dolu bir kalbe sahip olanlar, hayat verenler... Sen bitmişsin oğul.


Sayfa 200. Sabır, ümitten daha uzun ömürlü olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum: