12 Kasım 2016 Cumartesi

Kum Kitabı ~ 9 Kasım 2016

Kulüp toplantısına giderken merak ediyordum, ne konuşacağız acaba? Kitap kurdu kadınlar varsa yakınınızda sizin bir şey anlamamış olmanız hiçbir şey değiştirmez. Konuşulacak konu da bulunur, tespitler de yapılır. Kasım ayı kitabımız Jorge Luis Borges’in “Kum Kitabı” için kelimelerimin yettiği kadarı ile işte size toplantıdan notlar…

Öncelikle bir itiraf gelsin hatta iki olsun, ikincisinin hatrı kalmasın. Hikâye kitabı okumak benim için zor iştir, hele bir de Borges gibi bir yazardan. İkincisi ise ben toplantıdan çıkıncaya kadar ayamamıştım, sağ olsun kurtlarla koşan kız kardeşlerim aydınlattılar beni. Hani kült kitap falan ya, ama yok bende öyle bir birikim, anlayamıyorum ben, düşmüyor o jetonlar bir yerlerden.

Kum Kitabı, kitaba adını da veren öykü de dahil olmak üzere on üç hikayeden oluşuyor. Her öykü ayrı felsefi boyutlara işaret ediyor. Benim gibi anlamayan başka üyelerimiz de olmuş ancak okuduktan sonra hiçbir şey hatırlayamıyorum isyanları anlamama isyanları ile birlikte geliyor. “Neden anlayamadık?”ı sorguladık bir süre. Ben zaten anlayamayınca biraz asi oluyorum toplantılarda, hırçınlığım da artıyor yazara karşı, ne haddimeyse :P. Kitaptaki her öykü farklı alanlara gönderme yapıyor, Borges kendine yazıyor, okura değil, ki bunu Sondeyiş’te açıkça da dile getiriyor. Sondeyiş evet, Borges Öndeyiş’i uygun bulmayıp tüm hikayelerini Sondeyiş’i ile kısacık açıklayıveriyor. Öykülerin yerel olması da zorlayıcı bir etkendi. Birçok kelimeyi çevrilmeden Latince’den, Almanca’dan veya İspanyolca’dan aynı şekli ile bırakıyor, çevirmen. Borges’in deneyimleri ve yıllarca birikimleri de eklenince alın size zor kitap. Pardon zor kitap değil, Selda’nın deyimi ile “Büyülü Kitap”.

Borges, dedik ki, okur için değil kendi için yazmış, soru geliyor hemen aramızda yazan arkadaşlara “Peki siz neden, kime yazıyorsunuz?”. Ben hala düşünüyorum bu sorunun cevabını.

Yazım şekli hipermetin tarzındaymış. Hypertext gibi yani, çıkılan noktadan varılan noktaya kadar oradan oraya geçip duruyorsunuz. Oğuz Atay ve İhsan Oktay Anar da bizde bu türün örneklerini sunan yazarlarımız. Sizi oradan oraya savururken Borges, son paragrafla patlatıyor olayı ve size “hopppp” diyor, “olay bu, bir dur düşün”… Borges’in düzlemsel olmayan bu yazı şekli (Deniz K. sevgiler) Yeliz ile benim (iki mühendis olarak düzlemsel olmayınca mı anlamadık - hadi ben neyse de Yeliz seni esefle kınıyorum ;)) uzun süre üzerinde tartışmamıza yol açıyor.

Kitap üzerine ve yazar üzerine uzun uzun konuştuktan sonra hikâye hikâye ilerliyoruz ama hava muhalefeti nedeniyle biraz erken ayrılmak zorunda kalıyoruz. İzban grevde, İzdeniz hava muhalefeti nedeni ile çalışmıyor, fırtına da gelmek üzere… Hepimiz yakalandık fırtına ve sağanağa. Olsun, her şeye değer ne de olsa…

Kısaca konuşabildiğimiz öykülere de değineyim o zaman. Öteki, olasılıkları tersine çevirmek üzerine yazılmış, gençlik-yaşlılık üzerine kurgulanmış fakat kurgu öyle bir şekilde yapılmış ki kafanızın karışmaması imkânsız ki bu nedenle hoşa gitmiş. Kongre’de, ütopik hedeflerin hırs ve farklı etkenlerle nasıl bir gerçekçi sonuca gidebildiği gösterilmiş. Buraya öykünün sonunu yazsam daha anlaşılır olurum ancak o da kötü bir spoiler olur, “kitaplar” diyeyim, okuyanlar hatırlar ;). Otuzlar Mezhebi ise Yehuda ile İsa’ya değinirken, Yehuda’nın en az İsa kadar konuşulduğu üzerine odaklanıyor. Hayattaki rollerimiz, alın yazısı, kader üzerine ilginç bir hikâye çıkıyor ortaya. Hepimizin hayatında kötü ya da olumsuz şeyler bizleri bir adım yukarıya taşıyor ne de olsa. Armağanlar Gecesi, bilginin doğuştan mı geldiğine, yoksa sonradan mı edinildiği üzerine sorgulamaya neden oluyor. Ayna ve Maske ise kusursuzluğa erişebilmek adına gösteriş ve aşırılıklardan uzaklaşarak sadelik üzerine kurgulanıyor. Özetle daha az ile yetinmek ile ilgili, tam da Borges gibi. Sıla burada diyor ki bize, “kusursuzluk diye bir şey yoktur, kusursuzluğa ulaşmak ölüme yönelmektir”. Ne de güzel bir çıkarım…

Ayşe’nin her yazar için ilginç tespitleri vardır, her yazarı araştırıp da gelir toplantıya. Borges için “anasının kuzusu o” demesi Özlem için de “Ayşe de yazarın yan komşusu” tespitine neden oluyor. Borges’in hayatında ilginç travmalar mevcut, belki de bu nedenledir asla kendinden emin olamaması. Aslında kim kendinden emin ki? Armağanlar Gecesi adlı öyküde ise babasının onu geneleve erken yaşlarda götürerek yarattığı tramvaya yer verilmiş. Bu travma Borges’in özel hayatını uzun yıllar boyunca etkilemiştir. Buraya bir bilgi daha ekleyelim: Umberto Eco’nun Gülün Adı kitabındaki kör kütüphaneci karakterinin de Borges’den esinlenme olduğu iddia edilmektedir.



Altını Çizdiklerimiz:

Sayfa 45: Belki düş görmeyi bir yana bırakacağız, belki de bırakmayacağız. Ama başka soluk almayı kabullendiğimiz gibi düşü de kabul etmemiz.

Sayfa 46: Çok yaşlı bir kadınım ben, ağır ağır ölüyorum, bu herkesin başına gelecek, böylesine olağan, herkesin başına gelen bir şey için kimse üzülmesin.

Sayfa 47: Ülkemiz her geçen gün daha bir taşralaşıyor. Taşralaştıkça da gözleri kapalıymış gibi kendini bir şey sanıyor.

Sayfa 51: Doğaüstü olan bir şey iki kez yinelenirse korkunçluğunu yitirir.

Sayfa 54: Daha sonra bunun kişisel özelliklerine uymadığını öğrendim, zaten söylediklerimiz her zaman kendimize uymaz.

Sayfa 59: Yalnızlık bana acı vermiyor; insanın kendisini ve kendi davranışlarını hoş görmesi zaten yeterince zor. Yaşlanmakta olduğumun ayrımındayım: yeniliklerin beni ilgilendirmemesi ya da şaşırtmaması bunun en kesin belirtisi; belki de bu, yeniliklerin hiç de yeni olmadığını, eskilerin az buçuk birer değişimi olduğunu düşünmemdendir. Gençken güneşin batışı, kenar mahalleler ve mutsuzluklar hoşuma giderdi; şimdi ise kentin sabahlarını ve dinginliğini seviyorum.

Sayfa 59: Yeryüzünde kutsal olmayan bir şey olabilir mi?

Sayfa 61: Meslektaşım Fernandez Irala’nın gazetecilerin yazdıklarının unutulup gittiğini, oysa onun belleklerde kalmak ve zamana dayanmak için yazmak istediğini söylediğini işitmiştim.

Sayfa 75: Yıkımdan her zaman gizemli bir zevk duyulur.

Sayfa 80: Yalnızca birlikte oldukları için evren adını taşıyan şu aykırı şeyleri nasıl kabul ediyorsak çocukken bu çirkinlikleri de öyle kabullenmiştim.

Sayfa 84: Zaman kadar, dünün, bugünün, geleceğin, tüm zamanların ve hiçbir zamanın bu sonsuz dokusu kadar gizemli başka bir şey olmadığını kaç kez söylemişimdir kendi kendime.


Sayfa 108: Bana da yaşam her şeyi verdi. Yaşam herkese her şeyi verir ama çoğu bunu bilmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum: