Aralık ayı yazarımız Vladamir
Nabokov ve o ünlü kitabı Lolita. Gündemimizde cinsel istismara ve tecavüze
yönelik bir kanun tasarısı varken, kaderin oyunu mudur bilinmez ama bizim kulüp
kuramızdan da bu kitabın çıkması, insana isabetin böylesi dedirtiyor. Edebiyata,
romana ya da kitaplara ilgi duymayan herkes Lolita’yı duymuştur. İki kere filmi
çekilmiş olması, bu eserin gücünü okumadan da gösteriyor.
Zordu Lolita’yı okumak, hem de
çok zor. Anne olarak, özellikle 11 yaşında bir kız annesi olarak, 12 yaşında
bir kız çocuğuna öncelikle ilgi duyan ama daha sonrasında cinsel olarak da kızı
kullanan bir adamın hikayesini okumak ve bu konu ancak bu kadar güzel
anlatılırdı demek. 1962’de Kubrick tarafından çekilen filmi izlemedim, ama
1997’de Lyne tarafından çekileni izlemiştim. Kitabı okumadan önce bana filmden
ne hatırlıyorsun diye sorsalar, sadece bir “Hiç!...” duyarlardı. Kesinlikle
karşıyım, kitapları senaryolaştırıp, filmini çekmeyelim… Büyüsü yok oluyor.
Kitaba
girmemişiz bile. Kitabın iç sayfasında Lolita başlığının altında “Beyaz Irktan
Dul Bir Erkeğin İtirafları” yazmaktadır. Bir erkeğin, kız çocuklarına duyduğu bu
ilgi, 12 yaşındaki Lolita’ta duyduğu o arzu için kızın annesi ile evlenmesi…
Kitap bizi sarstı. Belki bu kadar merak uyandırarak okuduğumuz için sarstı,
belki de biraz içselleştirmek bizi ürküttü. Yer yer hepimiz kapıldık Humbert’in
kendini ifade edişine. Okuyucusu ile yani bizlerle sık sık da iletişim kuruyor,
sanki dalga geçer gibi, bazen mürekkep yalayan okuyucusu oluyoruz, bazen aklı
başında olan okuyucusu, bazen de eski moda okuyucusu… Okuyucusu ile bu kadar
etkileşimde olunca da bizi kitabın içine sürüklerken tam da aklımızdaki
soruları soruveriyor. Öyle betimlemeler verdi ki, kıza suç bulmaya kalktık,
yargıladık. Günümüzde tecavüz davalarında da “rızası olmak” hafifletici bir öğe
değil mi? Yok, hayır, olgun bir insanın bir çocuğun ne kadar isteği, rızası
olursa olsun, bunu yapmaya hakkı yok. Hepimiz hem fikiriz bunda. Anneannelerimiz
ister on dörtlerinde evlendirilmiş olsunlar, ister on ikilerinde. Değişiyorsa
etrafımızda her şey, bir zahmet bunları da artık kabullenelim. Bu arada kız ya
da erkek çocuğu olması da hiçbir şeyi değiştirmez.
Humbert’i yargılarken bile
hafifletici olgular çerçevesinde dolaştık. İnsanlığın bildiğimiz ve hatta bilmediğimiz
tarihinden beri çocuklara duyulan cinsel arzu ne yazık ki var. Belki tarihi
genetiğimizde kodlu bu, bazı yönlerimiz gibi kimimizde eğitilmiş kimimizde
eğitilememiş. Ancak, günümüzde her türlü teknolojik gelişime ayak uydururken,
lütfen çocuklara kimse el uzatmasın. Ellerimizde pahalı telefonlar ile ilkel
duygularımızdan bahsetmeyelim. Freud’a göre en kuvvetli iki dürtü olsa da
cinsellik ve şiddet, bir insanın hayatını, geleceğini kimsenin karartmaya hakkı
yok. Çok seviyorsanız eğer, bir zahmet bekleyin on sekizine kadar.
Bu kadar tepkili olduğumuz bir
konu - Gülnur’un isyanı hala kulaklarımızda olsa gerek, Deniz sen beni hala
ikna edemedin aldığım karara ilişkin – nasıl bu kadar mı güzel anlatılmış?
Magazinci okuyucumuz Ayşe der ki, Nabokov sinestezikmiş. Sinestezisi ilk kez
duyan ben anında açıklama istedim. Bu kişilerde beş duyu organı normal duyu
organları gibi çalışmazmış. Örneğin, gördüklerini koklayabilirlerken,
duyduklarını tadabilirlermiş. Gelen bir koku onlarda ses olarak algı oluştururmuş.
Nabokov, eşi ve çocuğu, üçü de sinestezikmişler.
Nabokov kitabı için çok güzel bir
son söz yazmış, önsözlerden daha çok sever oldum bu son sözleri. Bir yazarın
diyor, bir konu aklına geldiğinde mutlaka onu yazması gerekir, o öyle aklına gelip
de bir kenara atabileceği bir şey olmaz diyor. Bu konuyu zaten öncelikle bir
hikayede el alıyor, yıllar sonra ise bu romanı yazıyor. Dört yayın evi ret
ediyor, kimi korkuyor basmaktan, kimi erotizmi yerleştirmek istiyor kitaba,
kimi ise istismarı uğrayan çocuğun cinsiyetini değiştirmek istiyor. Bu arada
kitaptan cinsel içerikli sahneler bekleyenler, kitaba el sürmesin bile,
kesinlikle kokuşmuş sahnelerin zerresini bulamayacaklar.
Bu kitabın kabul görme nedeni ise
bizce oldukça donanımlı olan Humbert’in – akademik, sanatsever, entelektüel,
yakışıklı (ben demedim Humbert dedi) – kitabın sonunda cezalandırılmış
olmasıydı. Sonunda her filmde beklediğimiz, her kitapta olmasını istediğimiz,
kötünün cezalandırılması bu kitapta en başta sunulduğu için belki de kitabı
okumayı başardık.
Nabokov’un betimlemeleri, okuyucu
ile kurduğu bağ o kadar sarstı ve etkiledi ki bir çoğumuz Nabokov’dan bir kitap
daha okumaya karar verdi.
Selda’cığım, yine mi çok devrik
cümlelerim var? Yazıya başlarken kullanmayacağım demiştim ama sonrasında
kaybettim kendimi ;).
Altını
Çizdiklerimiz:
Bu defa çok şey çizemedik bu
kitapta, betimlemeler güzeldi, duygular çok güzel ifade edilmişti. Beni kızın
duygularına yönelik iki yer vurdu.
Sayfa 326: Öyle koyu bir
çaresizlik vardı ki yüzünde, artık haksızlığın ve çaresizliğin sınırları
zorlandığından – zorlanan her sınır kendisini aşan bir şeylerin habercisidir –
bu çaresizlik bir an sonra aldırışsız bir bönlüğe dönüşüverecek gibi
görünüyordu; yüzündeki anlamsız aydınlık da bundan ötürü olmalıydı.
Sayfa 331: Fakat sonuçta bütün bu
meselenin gelip dayandığı korkunç nokta şuydu; o eşi görülmemiş, o hayvanca
birlikteliğimiz sırasında gelenekçi Lolita'm yavaş yavaş en sefil aile
hayatının bile uzun sürede bu öksüze sunabileceğim en iyi şey olan bu kızılbaşlık
bozuntusundan iyi olduğunu fark etmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum: