21 Şubat 2017 Salı

Ruhlar Evi ~ 18 Ocak 2017

“Anneme, büyükanneme ve bu öyküdeki bütün olağanüstü kadınlara...”

ithafen yazmış Isabel Allende Ruhlar Evi’ni. Çok da büyüleyici yazmış doğrusu. Romanın arka kapağına göre üç kuşak ama bizce dört kuşak - Clara’nın annesinin de kendi zamanına göre yaptıkları hiç de azımsanacak şeyler değil- Şilili kadınların anlatıldığı, buram buram tarih kokan bir roman.

Isabel Allende Şili’nin seçimle işbaşına gelen ve askeri bir darbe devrilip öldürülen Marksist başkanı Salvador Allende’nin yeğeni. Ruhlar Evi’nin başkahramanlarından Clara ise bu darbeden çok önce doğuyor ve ölüyor. Clara farklı bir ailenin kızı. Annesi kadın haklarını savunan ve bunun için gösteriler yapan bir kadın. Clara ise altıncı hissine güvenen, gelecekte olacakları görebilen ve geçmişin ruhları ile iletişimde olan bir kadın. Annesi Clara’nın bu özelliğini keşfettiğinde kızına bu konuda baskı yapmak yerine, onu rahat bırakabilen bir anne. Ablası güzeller güzeli Rosa’nın ölümü ile konuşmama kararı alan ve dokuz yıl boyunca kendini sadece kendisi istediği için sessizliğe gömebilen bir kadın. Rosa öldüğünde bir çocukken, konuşmaya başladığında Rosa’nın nişanlısı ile evlenmeye karar verdiğini açıklayan kararlı bir kadın. Clara üç çocuk dünyaya getiriyor. Blanca ve ikiz erkekler. Clara’nın mistik güçleri üzerine çalışmaları çocukları ile çok ilgilenememesine yol açsa da Blanca ile özel bir bağ kuruyor. Kızını da bu konuda eğitmek için elinden geleni yapıyor. Son kuşak olan Alba ise Blanca’nın çiftlikteki kalfanın asi ve Marksist oğlu ile olan ilişkisinden dünyaya gelen gayri-meşru kızı.

Estaban, Rosa’nın nişanlısı Clara’nın kocası olarak olayların merkezinde yer alıyor. Kendisine ait bir çiftliği olan ve o zamanın Şili’sinde çiftliğinde çalışan herkese kölesi gibi muamele eden bir patron. Kendince köylülerini düşünüyor, onları mevcut düzen içinde bazı yenilikler getirmeye çalışıyor. Ancak doğruları hep kendi yörüngesinde. Çiftlikte her beğendiği ya da o an arzuladığı kadına sahip olmakta hiçbir sakınca görmüyor. O yüzdendir ki yıllar sonra gayri meşru torunu yasal torunundan bu günahın nefreti ile onun hayatını bir karabasana çeviriveriyor. Estaban her ne kadar patron olsa da, her ne kadar kendini herkesten üstün görse de evdeki kadınların istediklerini yapmalarına asla engel olamıyor. Ne eşi Clara’nın misafirleri ve mistik güçleri için çalışmaları konusunda, ne kızı Blanca’nın babasının ona uygun görmediği adama olan aşkına ve ondan çocuk sahip olmasına ne de torunu Alba’nın darbede annesi Balnca ile birlikte yoksullara yardımcı olmaya çalışmasına ve evlerinde askerler tarafından aranan kişileri saklamasına…

Romana baktığımızda dört kuşak kadın üzerinde yazılan kurgunun merkezinde yine de bir erkek kahraman olduğunu görüyoruz. Estaban; sadece ailesi ile ilişkileri açısından değil aynı zamanda Şili’nin o dönemdeki işçi sınıfı, siyasi tablosu ve toplumun bulunduğu durumda davranışları ile  ilginç ve bir o kadar da tanıdık bir tablo sergiliyordu. Üzerinde bolca konuşuldu, elbette. Estaban, Salvador Allende’nin başkanlık döneminde çiftliğinin çiftlikte çalışanlara devredilmesine şahit oluyor. Kaybettiği iktidar nedeni ile de darbenin en büyük savunucusu olarak yer alıveriyor romanda. Oysaki bu darbe ona en yakın olanlarının ölmesine ve çok fazla acı çekmesine neden oluyor. Çiftliğin işçilere devredilmesi üzerine de yoğun bir tartışma yaşadık. İşçilerin yeterli eğitime ve kendi kendilerini yönetebilme yeteneklerinden yoksun olmaları sonucunda çiftlik ne yazık ki bir harabeye dönüyor.

Blanca bende yaptığı tercihler ile soru işaretlerine neden oldu. Kızı bile kendisini bu konuda eleştirmekten geri kalmıyordu. “Annem babamı çok sevseydi, toplumdaki sosyal statüsünü kaybetmekten korkmadan onunla birlikte giderdi.” diyordu. Aşk o kadar güçlü bir duygu mu acaba, her şeyi arkanda bırakıp gitmeyi göze alacak kadar? Gerçek aşk neydi?

Alba’nın hapiste yaşadıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bazı günahların gölgeleri uzun oluyor. Nefret insanı insanlıktan çıkaran zor bir duygu. Alba’nın o kadar işkenceye karşı koyabilmesi bir mucize belki de. Alba’nın en etkileyici yanı ise bu nefret zincirini kırması. Yıllarca sürmemeli, kuşaklara aktarılmamalı diyor. Kim bu kadar affedici olabilir ki?

Ruhlar Evi’nin filmi de var elbette. Filmler okuyucunun hayallerini kısıtladığı için romanların filmleri biz kulüp üyeleri tarafından pek beğenilmez malum. Ruhlar Evi’nin filminde ise senarist artık nasıl Blanca ile Alba’yı tek bir karaktere indirdiyse izleyenlerimiz tarafından kitaptan ayrı değerlendirilmesine karar verildi. Ne de olsa Banderas’ı Isabel Allende bile suşi olarak düşünmüştü ;).

Clara, Blanca ve Alba… Üç isim de aynı anlamı taşıyor: “BEYAZ”. Bu kadınlar çok zor şartlarda, zamanlarına göre çok cesurca kararlar alıp uygulayan, istediklerini yapmak için çabalayan kadınlar. Ruhlar Evi; neredeyse her konuya dokunan bir roman. Anlattığı tarihi yönler, siyasi boyut, ekonomik can çekişmeler, toplumsal sorunlar, kadın hakları ilk başta hepimizin sayabileceği temalar. Isabel Allende bunu o kadar güzel tasvirlerle ve o kadar yalın bir dille başarmış ki kitabı o kadar sayfa olmasına rağmen elinizden bırakmadan hızlıca okuyuveriyorsunuz. Clara’nın evini de, Estaban’ın çiftliğini de ve ne yazık ki Alba’nın yaşadıklarını da kolayca kafanızda şekillendiriveriyorsunuz.

Biz çok sevdik Ruhlar Evi’ni. İyi ki okuduk, siz de mutlaka okumalısınız…



Ve gelelim bana. Not tutmayınca, uzunca bir süre geçince de ben kitapların hakkını veremiyorum. Denedim, anladım, akıllandım😓. Daha da kalemsiz, deftersiz gitmem ben kitap kulübüme 😏.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum: